Z Dergi Mobil Uygulamasını
ÜCRETSİZ HEMEN İNDİRİN!

Mobil Websitesine Devam Et >>

Osmanlı Kütüphane Tarihini Yazmak: İsmail E. Erünsal
Röportaj: Halil Solak

Fotoğraflar: Sedat Özkömeç

Yazı Boyutu: a a a
Okuma Modu

Osmanlı Kütüphane Tarihini Yazmak: İsmail E. Erünsal
Röportaj: Halil Solak

https://www.zdergisi.istanbul/makale/osmanli-kutuphane-tarihini-yazmak-ismail-e-erunsal-570

İngiltere’de, Edinburgh Üniversitesinde Osmanlı edebiyatı üzerine doktora yaptınız. 1977’de doktoradan sonra tekrar İstanbul’a geldiniz. Bundan sonra kariyerinize nasıl devam ettiniz?

Edinburgh’tan döndükten sonra sağolsun Muharrem Ergin Bey benim için Eski Türk Edebiyatı kürsüsüne bir kadro istemiş. Bunun için gerekli yazışmaları ve takibi yapmış. Ben kadronun çıkmasını beklerken Boğaziçi Üniversitesinde haftada iki gün ders vermeye başladım. Boğaziçi ile temasımı kuran da Enderundan tanıştığımız Heath Lowry oldu. Lowry o sırada Boğaziçindeydi. Metin Kunt’a benden bahsetmiş. Kunt da beni davet etti, görüştük, anlaştık.

Bu arada Edebiyat Fakültesindeki kadro çıktı mı?

Tabii. Muharrem Hocanın büyük gayretiyle çıktı ama o arada akademik hayatımı değiştiren bir şey oldu. Tarih Bölümünde Orta Çağ Kürsüsü profesörlerinden sevgili ağabeyim Hakkı Dursun Yıldız benim aklımı çeldi.

Nasıl yani?

“Edebiyata girip ne yapacaksın?” dedi. “Sevgilinin ay gibi yüzü, kıl kadar beli, nokta kadar ağzı ile mi uğraşacaksın? Bundan ne çıkar? Sen kütüphanecilik bölümüne gir. Burada kütüphanelerin tarihini yaz. Bu konuda neredeyse hiç bir şey bilmiyoruz. Bu bölümdekilerin de bu konuları yazmak için bir alt yapıları yok.” Hakkı abinin bu telkin ve teşvikleri benim aklımı çeldi açıkçası.

O güne kadar sizin bu alana dair bir farkındalığınız var mıydı?

Yani farkındalığım yoktu ama merakım vardı. Bir kitap meraklısı ne kadar biliyorsa o kadar biliyordum tabii ama akademik anlamda bir ilgim olduğu söylenemez.

Oraya geçmeniz kolay oldu mu?

Hakkı ağabey, Kütüphanecilik Bölümü Başkanı Jale Baysal ile konuşmuş. Jale Hanım çok kültürlü ve karakterli bir insandı. Benim için tamam demiş ama tam da onay vermemiş. Herhalde “Hakkı Bey tavsiye ediyorsa ülkücüdür” diye tereddüt etmiş. Kütüphanecilik Bölümü, sol eğilimli bir bölümdü çünkü. Jale Hanım, beni Tahsin Yazıcı’ya sormuş. Kendisi Arap-Fars Filolojisinden benim hocamdı. Hakkımda siyasetle bir ilgim olmadığını ve daha birçok güzel şey söylemiş. Jale Hanım da ona güvenerek hiç itiraz etmedi ve böylece kütüphanecilik bölümüne tayin edildim.

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümündeki kadro ne oldu peki?

Tabii Muharrem Beye karşı çok mahçup oldum. Gidip özür diledim ve, “hocam ben bir döneklik yapacağım” dedim. Durumu hocaya anlattım, anlayışla karşıladı ve: “Peki biz bu kadroyu şimdi ne yapalım?” dedi. Benim aklıma da o sırada Erzurum’da çalışan, eskiden beri tanıdığım Kemal Yavuz geldi. Çünkü o İstanbul’a gelmek istiyordu. Kadro bu şekilde değerlendirildi.

Böylece artık siz Kütüphanecilik Bölümünde göreve başladınız. Peki Türkiye’de kütüphanelerin tarihi üzerine daha önce hiçbir şey yazılmamış mı?

Aslında 19. yüzyılın sonları gibi erken bir zamanda, Osmanlı devri Türk kütüphanelerinin tarihini ortaya çıkarmayı amaçlayan bazı teşebbüsler var. Mesela Serkis Orpelyan ve Abdülzade Mehmed Tahir’in Mahzen-i Ulûm’un 6. cildini “merkez-i saltanat-ı seniyyede ve memâlik-i şahanede” bulunan kütüphanelerin tarihine tahsis etmeyi düşünüyorlar. Yine Mahmud Cevad İbnü’ş- Şeyh Nâfi’nin meşhur kitabı Maârif-i Umumiye Nezâreti: Tarihçe-i Teşkilât ve İcrâatı adlı eserin 2. cildi İstanbul Kütüphaneleri Tarihçesi olarak tasarlanıyor. Ancak bu iki proje de yayınlanmadan kalıyor.

Cumhuriyetten sonra bir gelişme olmuyor mu?

Cumhuriyetten sonra biraz daha hareketlendiğini söyleyebilirim. Mesela Türkiye’de matbaacılık ve gazetecilik üzerine çalışan Selim Nüzhet Gerçek kütüphaneler tarihiyle de ilgilenmiş. Ancak vefatı sebebiyle bu konuda bir çalışma yapamamış. Makale türünde bazı çalışmalar yapılmış. Prof. Dr. Süheyl Ünver ile Dr. Müjgan Cunbur’un Türk kütüphanecilik tarihi üzerine çok değerli makalelerini burada mutlaka zikretmeliyim.

Peki siz kütüphaneler tarihini yazarken hangi kaynaklardan faydalandınız?

Söylediğim gibi Osmanlı kütüphaneleri konusunda müstakil bir çalışma yoktu. Tabii beni uzun sürecek bir arşiv ve kütüphane çalışması bekliyordu. Osmanlı İmparatorluğunda sosyal hizmetler hayır sahipleri tarafından kurulan vakıflar vasıtasıyla yürütülüyordu. Bu vakıflar, bir insanın doğumundan ölümüne kadar hayatının her safhasında duyabileceği ihtiyaçlara cevap verebilmek gayesiyle kurulmuştu. Medreselerde müderris ve öğrencilerin, mahallelerde de mahalle halkının kitap ihtiyaçlarını karşılamak için yapılmış kitap ve kütüphane vakıfları da bulunuyordu. Bu kütüphaneler ilk devirlerde ya cami, türbe, tekke gibi müstakil bir hayır kurumunun içinde veya karakteristik Türk ve Müslüman şehirlerinin teşkilinde ve sosyal ve ekonomik hayata yön vermede önemli bir yeri olan imaret tesislerinde kurulmuşlardı. Daha sonraki yüzyıllarda da aynı gayeye yönelik, yine bir vakıf kuruluşu olan müstakil kütüphaneler ortaya çıkmıştır. Yani Osmanlı devri Türk kütüphaneleri, karşımıza bir vakıf kuruluşu olarak çıkmaktadır. Bundan dolayı da bu konuda yapılacak herhangi bir çalışma da birinci derecede vakıflarla ilgili vesikalara dayanmak zorundaydı. Bir vakıf kuruluşunu incelerken ilk başvurulacak kaynak vakfiyesidir. Vakfiyelerin genellikle orijinalleri mütevellilerin elinde olurdu. Bunların tasdikli birer suretleriyse arşivlerde muhafaza edilirdi. Bu yüzden kitap ve kütüphane vakfiyelerini tespit için Vakıflar Genel Müdürlüğündeki vakfiye defterleri ile şer‘i siciller arşivinde bulunan çeşitli mahkemelere ait kayıtlarını taradım. Bunun yanında bazı vakıfların orijinal vakfiyelerinin mevcut olup olmadığını tespit etmek için de Topkapı Sarayı Arşivi, Başbakanlık Arşivi ve çeşitli kütüphanelerde araştırmalar yaptım. Bu çalışmaların sonucu kütüphanelerle ilgili yüzlerce vakfiye tespit ettim.

Ana kaynağınız vakfiyelerdi o halde…

Öyleydi ama tabii sadece vakfiyelere güvenmenin bazı sıkıntıları var. Çünkü vakfiyeler bir vakfın nasıl işlediğini değil, ne şekilde çalışması istendiğini gösteren belgelerdir. Bu yüzden bir vakfın nasıl işlediğini ise ancak maaş defterlerinden, muhasebe raporlarından ve vakfın idaresiyle ilgili olarak yapılan yazışmalardan çıkarmak mümkün oluyor.

Bu belgeler hangi arşivlerde hocam?

Şimdiki Cumhurbaşkanlığı, o zamanki adıyla Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde. Maliyeden Müdevver Defterler tasnifinde bulunan 20 bin civarındaki defter arasından kütüphanelerle ilgili kayıtlar ihtiva etmesi muhtemel olan muhasebe ve evkaf vazife defterlerini taradım. Kütüphane personelinin tayini, azli ve çıkan anlaşmazlıkların çözümlenmesi ile ilgili kayıtlar için de ruûs defterlerinden yüz tanesini gözden geçirdim, aynı arşivde bulunan Cevdet-Maarif, Cevdet-Evkaf ve İbnülemin-Evkaf bölümlerindeki vesikaları taradım. Tahrir defterlerinde de bazen kitap listeleri verildiği bilindiğinden çeşitli bölgelere ait tahrir defterlerini inceledim. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivindeki Selâtin Evkafı ile ilgili yazışmalar taranırken vakıfların işleyişi, kitap sağlama ve bazı kütüphanelerin kuruluşu gibi konularda aydınlanmamızı sağlayacak önemli belgeler buldum. Ayrıca bu arşivde bulunan bazı kitap listeleri Osmanlı vakıf kütüphanelerindeki kataloglama çalışmaları hakkında bilgi edinmemizi sağladı. Birkaç kütüphane kataloğuna arşivlerde rastladıysam da bu tür eserler genellikle kütüphanelerde bulunuyordu. Kütüphaneleri tarayarak incelediğim devre ait katalogları tespit ettim. Ayrıca İstanbul Şer‘iyye Sicilleri Arşivi ve İstanbul Belediye Kütüphanesi (şimdiki Atatürk Kitaplığı) Muallim Cevdet Bölümünde bulunan defterleri de inceledim. Basılı kaynaklar arasında Taşköprizade’nin Şakâ’ik-i Nu‘maniyye adlı eserinden ve zeylinden özellikle Osmanlı ilim hayatı ve ilmiye sınıfına mensup kimselerin kurdukları kütüphanelerle ilgili olarak bilgi edinme hususunda yararlandım. Batılı yazarların Osmanlı İmparatorluğuyla ilgili müşahedelerine yer veren seyahatnamelerde zaman zaman kütüphanelere de temas edildiği için bu tür kaynakları da taradım. Cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde başlayan kültürel çalışmaların bir ürünü olan şehir tarihlerini de gözden geçirdim.

Oldukça yoğun bir araştırma ve tarama süreci hocam…

30-40 yıllık bir çalışma… Ama yine de “Tamam, oldu” diyemiyorum. Çünkü ülkemizde yapılan bu tür çalışmalarda siz hem işçi, hem kalfa, hem mühendis hem de mimar olmak zorundasınız. İşe sıfırdan başladığınız, binlerce belgeyi taramanız ve değerlendirmeniz gerektiği için genellikle ömrünüz kalfalıktan öteye geçmeye imkan vermiyor. Ortaya ancak binanın kara yapısını koyabiliyorsunuz. Batıda aynı konuyu çalışan bir meslektaşınız ise size göre çok daha avantajlı bir konumda çalışmasına başlıyor. Mesela Batılı bir araştırmacı yayınlanmış olarak 11. yüzyıldaki bir manastır kütüphanesinden ödünç kitap almış kişilerin listesine, 13. yüzyıldaki bir kütüphanenin ödünç verme esaslarına, Canterbury’deki bir kütüphanenin 1375’te hazırlanmış kataloğuna kolayca ulaşabiliyor. Eğer kitap ticareti çalışıyorsa Padua’da 1485 yılında yapılan bir kitap müzayedesinde kitap alanların aldıkları kitapları ve bunlara ödedikleri miktarı müzayede kataloğunda bulabiliyor. Ya da bir müstensihin 15. yüzyılda hangi tür yazının satırını kaça yazdığını ve yazı örneklerini evinin kapısına astığı listede görebiliyor. Bu şartları düşündüğünüzde Osmanlı kültür tarihi çalışmalarında bir monografi hazırlamanın zorluğu daha net bir şekilde görünür. Yani hem alandaki malzemenin ortaya konulup işlenmemiş olması hem de öncü çalışmalar bulunmaması gibi esaslı problemler bu tür monografileri hazırlamak isteyen akademisyenlerin yüzleşmesi gereken zorluklar. Üstelik benim tek başıma yapmaya çalıştığım işi Batılı meslektaşlarım yüzlerce kişinin alana yaptıkları katkılardan yararlanarak yapıyorlar ve layıkıyla da yapıyorlar. Ben mesela sadece kataloglarla ilgili 30-40 sayfalık bölümü yazmak için birkaç sene, bulduğum katalogları inceledim.

Kütüphane tarihiyle ilgili ilk çalışmanız 1988’de yayınlanıyor.

Osmanlı vakıf kütüphaneleri tarihinin bir bölümünü ele alan bir çalışmaydı o. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezince yayınlanan Türk Kütüphaneleri Tarihi II: Kuruluştan Tanzimat’a Kadar Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri. Aslında bu eser 3 cilt olarak tasarlanmıştı ama başka müelliflerce hazırlanacak birinci ve üçüncü cilt yazdırılamadığı için kurumun teşebbüsü akim kaldı. Benim kitabım da araştırmacılar tarafından birinci ve üçüncü cildi aranan ama bir türlü bulunmayan “garip” bir kitap oldu. 2008’de ilk kitaptan çok farklı olan Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri yayınlandı. Bu tarihten sonra aynı konu üzerindeki çalışmalarımı sürdürdüm. Arşivlerde yaptığım yeni taramaları ekleyerek, konuyla ilgili literatürü güncelleyerek ve yeni bölümler ilave ederek 2015’te bu eserin Osmanlılarda Kütüphaneler ve Kütüphanecilik adıyla yeni baskısı yapıldı. Onun da güncel ve genişletilmiş baskısı 2020’de yapıldı. Ben her baskıda yeni ulaştığım bazı belge ve bilgilerin yardımıyla geçmiş baskılarda yaptığım hataları ve fark ettiğim eksiklikleri gidermeye çalışıyorum.

Peki kitabınızda Osmanlıdaki bütün kütüphaneler var diyebilir miyiz?

Bütün bu çabalarıma rağmen bunu söylemek çok mümkün değil. Zira bu kütüphanelerin kuruluşlarını gerçekleştiren vakfiyelerin bir kısmı resmî kayıtlara geçirilmemiş, bir kısmı ise günümüze ulaşamamış. Bazıları da zaman içinde bir iz bırakmadan kaybolmuş.

Buradan kütüphane tarihine girelim istiyorum artık. Osmanlılar “kütüphane”den bugün bizim anladığımızı mı anlıyorlardı?

Belgelere baktığımızda tarihi gelişimi içinde kütüphane sözcüğü farklı koleksiyonu, teşkilatı ve işleyişi olan kurumlar için bir ayrım yapılmadan kullanılmış. II. Murad devri vezirlerinden Saruca Paşanın Gelibolu’daki medresesinin bir odasındaki bir rafa konmuş, herhangi sorumlusu olmayan 19 cilt kitap koleksiyonu da kütüphanedir, I. Mahmud’un Aya sofya’da kurduğu titizlikle hazırlanmış kataloğunda yer alan 4 bin civarında bir kitap koleksiyonuna, geniş bir kütüphaneci kadrosuna ve müstakil bir mekana sahip kütüphanesi de bir kütüphanedir. Bu bakımdan her dönemde kütüphane denildiğinde farklı oluşumlar göz önüne getirilmelidir.

Osmanlılarda kütüphanenin tarihini ilk dönemden itibaren takip edebiliyor muyuz?

Biliyorsunuz Osmanlıların kuruluş döneminin siyasi tarihini ve kronolojisini bile kesin çizgilerle tesbit etmek çok mümkün değil. Dolayısıyla ilk dönem için kütüphanelerden söz etmek mümkün değil. Orhan Gazi’nin İznik fethinden sonra burada Osmanlıların ilk medresesi kuruluyor. Şüphesiz bu medreseyle birlikte öğretim için gerekli olan bazı kitaplar da temin edilmiştir. Fakat dönemin anlayışına göre bir kitap dolabından ya da kitap için ayrılmış bir odadan söz edebilmek için bir kayıt yok şu an elimizde. Bu devirde kurulan diğer medreselerde de kütüphane olduğuna dair bilgiye sahip değiliz. Asıl kitap birikiminin başladığı dönem I. Murad dönemi. Çünkü Osmanlı topraklarına diğer beyliklerden hem ulema akını hızlanıyor hem de ilim hayatında yavaş yavaş bir gelişme görülüyor. Ayrıca bazı Osmanlı âlimleri de o devrin ilim merkezlerine giderek bilgilerini artırmaya çalışıyorlar. Bu seyahatler neticesinde gelişen ilim alışverişinin yanında Anadolu’ya bilhassa Şam, Mısır, Maveraünnehr ve Horasan’dan bir kitap akımı da başlıyor. Mesela Molla Fenârî Mısır’a gidip bir süre öğrenim gördükten sonra tekrar Anadolu’ya dönüyor. Muhtemelen yaptığı ilmî seyahatlerde kütüphanesini de zenginleştiriyor. Öldüğünde geride 10 bin ciltlik bir koleksiyon bıraktığı naklediliyor kaynaklarda. Bunun yanında Osmanlı medreselerinden yetişen ilim adamlarının da bu devirde eser vermeye başlamaları ve bu eserlerin kopyalarının meydana getirilmesiyle de artık Osmanlı ülkesinde bir kitap birikiminin başladığını görüyoruz. Ancak bütün bu müsbet gelişmelere rağmen I. Murad devrinde kurulan öğretim kurumlarında ve ibadet yerlerinde bu kitaplardan oluşan koleksiyonların varlığından söz edebilmemizi sağlayacak ne tarihi bilgilere ne de vesikalara sahibiz. Üstelik bu dönemde Bursa ve İznik gibi şehirler birer ilim merkezi haline gelmiş, buralara Anadolu dışındaki ve içindeki ilim merkezlerinden büyük bir ulema göçü başlamıştı.

Bu o dönemde kütüphane kurulmadığına işaret edebilir mi?

Bunu bir kütüphane teşkil edecek sayıda kitap bulunmamasıyla ve bunun tabii bir neticesi olarak da böyle bir görev için herhangi bir tayinin yapılmamasıyla izah edebiliriz. Mesela Şakâ’ik’te nakledilen bir kayda göre o dönemde öğretim kurumlarında halen kitap sıkıntısı çekildiğini öğreniyoruz. Taşköprîzade anlatıyor: Molla Fenârî’ye kadar medrese talebeleri cuma ve salı günleri tatil yapıyorlarmış. Molla Fenârî bu tatil günlerine pazartesini de eklemiş. Çünkü medrese talebeleri o devirde büyük bir şöhret kazanan Sa‘deddin Teftâzânî’nin eserlerini okumak istemelerine rağmen satın almak için bu eserlerin nüshalarını bulamamışlar ve kendi kitaplarını yazmaya başlayıp da vakitleri yetmeyince Molla Fenârî tatil günlerini üçe çıkarmış.

Molla Fenarî gibi büyük bir koleksiyona sahip başka âlimler var mı?

Elbette var. Mesela Meşâirü’ş-Şuarâ müellifi Âşık Çelebi’nin dedesi Osmanlı âlimi Müeyyedzade’nin özel kütüphanesi büyük bir kütüphaneymiş. Mükerrerleri dışında 7 bin cilt eserden oluştuğunu yazıyor kaynaklar. Hatta koleksiyondaki eserlerin bazıları görülmek şöyle dursun, adları bile duyulmamıştır deniliyor.

7 bin kitap çok değil mi o dönem için hocam?

Kaynakların verdiği rakam biraz mübalağalı görünüyor, evet ama Topkapı Sarayı Arşivindeki bir defter incelendiğinde Müeyyedzade’nin, devri için gerçekten çok zengin sayılabilecek bir kitap koleksiyonu olduğu anlaşılıyor.

Vakıf kütüphanelerinin kuruluşundan devam edersek….

Yıldırım Bayezid zamanında kurulan medreselerin bazılarında kütüphane olduğunu biliyoruz. Ancak Bursa’nın Timur istilasına uğraması sonucunda muhtemelen birçok kitap ve kütüphane yok olmuştur. Çelebi Mehmed dönemindeyse ilmî müesseselerde kütüphanenin varlığını gösteren tek kayıt, Merzifon’da 1417’de tamamlanan Çelebi Mehmed Medresesindeki kütüphaneye ait. Ayrıca bazı eserlerdeki temellük kayıtlarından da Çelebi Mehmed’in özel bir kütüphanesi olduğunu anlıyoruz. Tabii II. Murad devrinde sağlanan siyasi birlikle kurumların istikrara kavuşmasından ve özellikle Edirne’nin hükümet merkezi olmasından sonra Osmanlı kültür hayatı canlanmıştır. İlim ve fikir hareketleri bu hükümdar devrinde büyük bir gelişme göstermiş, bu kütüphane sayısına da yansımıştır. Kuruluş devri kütüphanelerinin genellikle medrese veya camilerde hizmet verdiğini görüyoruz. İstanbul’un fethiyle birlikte de devlet bir imparatorluğa dönüşmeye başlamış ve başta payitaht İstanbul olmak üzere imparatorluk coğrafyasının pek çok yerinde kütüphaneler kurulmuştur.

Evet, buradan sonrası yüzlerce sayfalık bir tarih… Meraklılarını Osmanlılarda Kütüphaneler ve Kütüphanecilik kitabınıza yönlendirelim. Şuradan devam etmek istiyorum: Vakıf kütüphanelerinden kimler istifade edebiliyordu?

Bu kütüphaneler, kuruluş yıllarından 18. asrın sonlarına kadar medrese öğrencilerine ve ulema sınıfına hizmet etmek üzere şekillendirilmişti. Koleksiyonlarının genellikle dinî ilimlerle ilgili eserler ve ders kitaplarından oluşması, ayrıca medreselerin içindeki bir odada veya medresenin bitişiğinde bulunan bir mekanda bulunmaları da bunu gösteriyor. Ayrıca bu kütüphanelere ait vakfiyelerdeki de “umum talebe-i uluma, mütalaasına ehil olan ulemaya, intifa eden talebe-i uluma” şeklindeki ifadelerden hedef okuyucu kitlesinin daima ulema sınıfı ve talebeler olduğunu görüyoruz.

Halk bu kütüphanelerden istifade edebiliyor muydu?

Bu kütüphanelerdeki koleksiyonlar neredeyse tamamen Arapça eserlerden oluşuyordu. Dolayısıyla halktan birinin, hem dil problemi dolayısıyla hem de kitapların bulunduğu çoğu mekanların umuma açık olmaması sebebiyle, herhangi bir yasak olmasa da istifadesi bahis konusu olamazdı. Kütüphanelerin açık olduğu saatler de bu konuda önemli bir engel...

Çalışma saatleri nasıldı?

Düzenli çalışan vakıf kütüphaneleri bile öğleden birkaç saat önce açılıyor ve güneş batımından bir saat önce kapanıyordu.

Bunlar medreselilerin istifadesi için kurulmuş. Hedef kitlenin halk olduğu kütüphaneler yok mu peki?

15. ve 16. yüzyıllarda mahalle halkının veya cami cemaatinin istifadesi göz önünde bulundurularak kurulmuş birkaç kütüphane var. Ben bunları halk kütüphanelerinin ilk örnekleri olarak adlandırabileceğimizi düşünüyorum.

Nerede kurulmuşlar?

Bir tanesini Bursa’da Timurtaş Paşanın oğlu Umur Bey kuruyor. Şehrin doğusunda Akçardak denilen yerdeki caminde. Umur Bey, bu kütüphanedeki koleksiyonu, cami cemaatinin istifadesi için bilinçli bir şekilde oluşturmuş. Umur Bey, vakıfları için Nisan 1440 tarihinde hazırlattırdığı Arapça vakfiyesinde, camiye vakfettiği kitapları iki bölüm altında toplamış. Birinci bölümde Arapça eserler var. Bu bölümdeki 7 eserden ikisi hadis, biri fıkıh, dördü de tıpla ilgilidir. Cami koleksiyonuna tıpla ilgili 4 eser konulması oldukça dikkat çekici. Bizi asıl ilgilendiren “Kütüb-i Türkiyye” başlığını taşıyan bölümdeyse 25 kitap (41 cilt) var. Bu eserlerden bir kısmı meşhur Kur’an tefsirlerinden bazılarının Türkçe tercümeleridir: Tefsir-i Ebu’l-Leys, 4 cilt; Tefsir-i Necm Dâye, 5 cild. Koleksiyonda tasavvuf ve va‘z ve nasihatla ilgili Tezkiretü’l-Evliyâ, Şir‘atü’l-İslâm, Zikrü’l-Mevt, İksir-i Sa‘adet, Mirsâdü’l-İbâd, Sirâcü’l-Kulûb, Bidâyetü’l- Hidâye ve Va‘znâme adlı eserler bulunuyor. İslâm tarihiyle ilgili de dört eser var: Kısasu’l-Enbiyâ, Siyer-i Nebi (6 cilt), Tarih-i Taberî (4 cilt), Futûh-ı Şâm. İki ciltlik diğer bir Fütûh-ı Şâm nüshasının yanında ise bu eserin Farsça olduğu belirtilmiş. Koleksiyonda İskender-nâme, Dîvân-ı Aşık, Merzuban-nâme gibi Türk edebiyatının ilk devir ürünlerinden birkaç kitap da var. Tıpla ilgili de bir ciltlik Tıbb-ı Nebî ve rüya tabirleriyle ilgili Ta‘bir adlı eserler bulunuyor. Vakfiyeden anlaşıldığına göre Umur Beyin hedeflediği okuyucu kitlesi cami cemaatidir. Şöyle diyor vakfiyede: “[Umur Bey] Vakfiyede tafsilatlı bir şekilde yazılan Türkçeye tercüme edilmiş kitapların camiye konulmasını ve bunlardan cami cemaatinin istifade etmesini istedi.”

Umur Bey, ilkinden 16 yıl sonra, düzenlettiği ikinci vakfiyesinde ise genel bir ifade kullanmış ve kitaplarının istifade edebilecek herkese verilmesini istemiştir. Ayrıca bu vakfiyesinde hem kitap sayısının hem de koleksiyondaki Türkçe kitapların sayısının arttığını görüyoruz. Türkçe kitaplar arasında Türkî ma‘nâlu Mushaf, İskender-nâme (28 mücelled), Ahmedî Nazmı Tıb (1 mücelled), Ferhenk-nâme (3 mücelled), Sindbâd-name (2 mücelled), İbn Baytar, Baytar-nâme, Kâmilü’s-Sınâ‘a, Vikâye, Divân-ı Şeyhî, Divân-ı Kemâl gibi eserler var. Bütün bu tablodan Umur Beyin Bursa’da kurduğu kütüphanesinin gerek koleksiyon gerekse hedeflediği okuyucu kitlesi bakımından bir halk kütüphanesi görünümünde olduğunu düşünüyorum.

Birkaç kütüphane demiştiniz. Başka nerede var bu tür kütüphaneler?

Bursa’da bir tane daha var. Bir mektep hocası olan Pir Ahmed Çelebi’nin yaptırdığı mektepteki kütüphanesi de, koleksiyonundan anlaşıldığına göre, ulema ve medrese öğrencilerinin yanında mahalle halkının istifadesi de göz önünde bulundurularak kurulmuştu. Pir Ahmed Çelebi 1546’da düzenlettirdiği vakfiyesinde bu kütüphaneye koyduğu 33 cilt kitabın isimlerini veriyor: Kur’ân Tefsiri (4 cilt), Kuduri Tercümesi (kadim Türkçeyle, yani Tatarca yazılmış, 2 cilt), Muhammediye, Şir‘atü’l-İslâm, Ferec Ba‘de’ş-Şidde, Leyla ve Mecnun (Hamdullah Hamdi’nin), Mevlid, Risâle (Sultan Murad’ın şâirlerinden Ahmed-i Dâ‘î’nin), Hüsrev ü Şîrîn (Şeyhi’nin), Târih-i Taberî (2 cilt), İskender-nâme (nesir), Süleymân-nâme, Siyer-i Nebî, Fütûhu’ş-Şâm, Tercümet-i Ferâyiz, içinde Mekke, Medine ve Kudüsle ilgili hikâyelerin olduğu bir kitâb, Gülşen-i Râz, Süleyman Mevlid’i ve Güzîde gibi Türkçe eserler. Ayrıca vakfiyede, mahalledeki caminin imamının kitapları isteyenlere birer birer vermesi hususunda önemli bir kayıt da var.

İkisinin de Bursa’da olması ilginç. Payitahtta hiç bu kütüphanelerden yok mu?

16. yüzyılın sonlarında İstanbul’da bu tür bir kütüphane tespit ettim. Peremeciler Kethüdası Mahmud Beyin Cihangir Camiindeki kütüphanesi mahalle halkına hizmet vermek üzere tesis edilmiş. 1593 tarihli vakfiyesinden Mahmud Beyin mahalle halkının ve cemaatin ihtiyaçlarını düşünerek bir koleksiyon oluşturduğunu anlıyoruz. Koleksiyondaki kitapların birkaçı hariç hepsi Türkçe ve halk hikayeciliğinin ürünü, dinî, lâ-dinî eserler.

Ödünç alınabiliyor mu bu kitaplar?

Evet, ödünç süresi de bir ay. Böyle bir süre ile sınırlandırmasının sebebi kitaplardan mümkün olduğunca çok kişinin istifade edebilmesini sağlamak olmalı. Ayrıca Mahmud Bey, koleksiyonunun yoğun olarak kullanılacağını ve bazı kitapların kullanılamayacak hale geleceğini veya kaybolabileceğini düşünerek bu kitapların yerine vakfın geliriyle yenilerinin alınmasını istemiş. Bu tür bir kütüphanenin 17. asrın başlarında Balkanlarda da kurulduğunu görüyoruz. Kaçanikli Mehmed Paşa Üsküp’te türbesinde kurduğu kütüphanenin zaviyesinde bulunan dervişlerin yararlanabilecekleri eserler olmasına dikkat etmiştir. Bu eserlerin çoğu dil ve konu bakımından halkın da yararlanabileceği eserlerdir.

Peki sonraki dönemlerde böyle kütüphaneler çıkmıyor mu karşımıza?

Maalesef müteakip asırlarda mahallelerde kurulmuş ve halka hitap eden bu tür kütüphanelere pek rastlamıyoruz. İstanbul’un çeşitli mahallelerine yayılmış tekkelerdeki küçük koleksiyonlarda halkın yararlanabileceği bazı kitaplar vardı. Muhtemelen halk buralardan istifade ediyordu. Ancak tekkeler de genel halk kitlesine değil belli bir kesime hitap ettiklerinden bu yararlanma sınırlı olmuştur. 18. yüzyıldan itibaren müstakil kütüphanelerin ortaya çıkışı ve kütüphanelerdeki kitap mevcutlarının çoğalmasıyla birlikte dahi halkın buralardan istifadesi mümkün olmuyor. Çünkü dinî ilimler yanında daha çok tarih, edebiyat ve bazı temel bilimlerle ilgili belli bir ilmî seviye gerektiren eserler var bu kütüphanelerde.