Z Dergi Mobil Uygulamasını
ÜCRETSİZ HEMEN İNDİRİN!

Mobil Websitesine Devam Et >>

Ömer Hayyâm’ın Kutlu Atları
Erkan Göksu

Yazı Boyutu: a a a
Okuma Modu

Ömer Hayyâm’ın Kutlu Atları
Erkan Göksu

https://www.zdergisi.istanbul/makale/omer-hayyamin-kutlu-atlari-241

Dört ayaklıların (çaharpâyân) hiçbiri attan daha iyi değildir. O bütün ot yiyenlerin şâhıdır.

Nizâmî’nin Mahzenü’l-esrâr’ından.Rubâîleriyle meşhur Ömer Hayyâm’ın, döneminin en önemli matematik, astronomi ve felsefe âlimlerinden biri olduğu ve Selçuklular dönemi kültür ve medeniyet dünyâsında neşvünemâ bulduğu ne yazık ki pek bilinmez. Onun bu yönünü çok iyi tetkik eden Batılı araştırmacılar, daha 1892’de İngiltere’de kurulan bir matematik kulübüne, 1970’de ayın üzerindeki bir kratere ve 1980’de yeni tespit edilen bir kuyruklu yıldıza Ömer Hayyâm adını verirken bizde Hayyam adının kullanıldığı yegâne mecrâ şarap, aşk ve kadın konulu rubâîler olmuştur.

Belki de Hayyam’ı zevk ve işret adamı olarak benimsemiş olmamızın bir netîcesi olarak onun matematik, astronomi, felsefe, hatta mûsikî alanında verdiği ufuk açıcı eserleri ülkemizde pek gündeme getirilmemiştir. Bu sebeple döneminin önemli âlim ve ediplerinden biri olarak eserlerinde sunduğu bilim, edebiyat ve sanat ziyâfetinden mahrum kalındığı söylenebilir. 

Ömer Hayyâm’ın hem bilimsel hem edebî açıdan kıymetli hem de yaşadığı devre, Selçuklular dönemine dâir önemli bilgiler içermesi bakımından tarihî öneme sâhip eserlerinden biri de Nevruznâme’dir. Hayyâm, bu eserde yıl, takvim ve yılbaşı (nevruz) hesaplamaları hakkında bilgi verirken bir yandan da eski Acem pâdişahlarının nevruz kutlamalarını anlatır. Nevrûzu bayram hâline getiren bu kutlamalar, Hayyâm’ın satırlarına öyle renkli, öyle güzel yansır ki kendinizi bir yandan eski İran’ın bir yandan da Selçuklu kültür ve medeniyet dünyâsının içinde bulursunuz.

Nevruz kutlamalarının esere yansıyan en renkli ritüeli, eski Acem pâdişahlarına sunulan hediyelerdir. Buğdaydan altına, yüzükten kılıca; kalem, ok ve yaydan kartal ve şarâba kadar uzayan liste, şarka has gizemli hikâyelerle, liyâkat ve sadâkat öğütleyen öykülerle iç içe uzayıp gider. Ama sıra atlarla ilgili bölüme geldiğinde hikâye masala dönüşüverir ve zihinlerde Hayyâm’ın atlarının tatlı bir lezzet bırakan geçit resmi başlar.

* * *
“Mübârek hayvandır” der Hayyâm ata, sonra devam eder: “Dört ayaklıların (çaharpâyân) hiçbiri, attan daha iyi değildir. O, bütün ot yiyenlerin/otçulların şâhıdır.” Hz. Peygamber buyurmuşlardır ki “Hayır, atların alınlarında bağlıdır.” Bu yüzden “atı aziz bilmek gerekir. Her kim atı hor ve hakir bilirse, düşman elinde hor ve hakir olur.”

Hayyâm, çeşitli milletlerin ata verdiği değeri gösteren bilgileri satırlarına taşır. Ona göre Farslar ata “can rüzgârı/yeli”, Rûmlar “ayak rüzgârı” der. Türkler için at “adımıyla murat veren, dileğine kavuşturan”dır. Hintliler için “uçan taht (taht-ı perân)”, Araplar için ise “yerdeki burak”tır.

Bir sanat ve hüner olan at yetiştiriciliğinde ve binicilikte Türkler kadar ileri giden başka bir millet yoktur. Onların gece gündüz her işi atladır ve at, âdeta onların dünyâsı olmuştur. Hayyâm, Türklerin ata verdiği değerle ilgili efsânevî Tûran pâdişâhı Afrasyab (Alp Er Tunga)’dan Türkçe bir mesel de nakleder. Arap/Fars harfleriyle yazılı en eski Türkçe metinlerden biri olan bu söz şöyledir:

[]“At irge andag kim gögge ay.”, yâni “Gökyüzü için ay neyse, melikler için de at öyledir.” 

Atın fazîletleri hakkında daha başka meseller de nakleden Hayyâm, bunların ardından at isimleri veya türlerine geçer. Atların renklerinden/donlarından hareketle özellikleri, iyi ve kötü yönleri hakkında bilgi verir. Zîra atın iyisini ve kötüsünü anlamak, adam tanımaktan daha zordur. Adamı konuşturarak tanırsın; ama atı konuşturamazsın. Bu yüzden dış görünüşüne bakıp tanımaya çalışırsın. Huyunu anlamak çok zor olsa da görünüşüne bakıp fikir yürütebilirsin. Zîra güzel, gösterişli atların çoğunun huyu da güzel olur. Bu yüzden at alırken dikkat edilmesi gereken en önemli şey onun rengi ve görünüşüdür.

Aslında atları renklerine göre adlandırmak, bir atın kıymetli veya iyi olup olmadığı hakkında renklerine ve görünüşüne bakarak hüküm yürütmek, her toplumda eskiden beri görülen bir âdettir. Bu durum, özellikle atçılık konusunda gelişmiş toplumlarda, at renkleriyle ilgili zengin bir kelime dağarcığının oluşmasını sağlamıştır. Bunun en iyi örneği Türklerdedir. Nitekim Ömer Hayyâm’ın da belirttiği gibi atçılık ve süvârilik konusunda uzmanlaşmış bir millet olan Türkler, atın cinsine, cinsiyetine, yaşına, rengine ve muhtelif özelliklerine göre çok sayıda deyim ve terim kullanmışlardır. Çin kaynaklarından öğrendiğimize göre, Asya Hunlarında üç, Göktürklerde ise onbir at cinsi bulunuyordu. Kaşgarlı Mahmud da Dîvânu Lugâti’t-Türk’te atlarla ilgili çok sayıda isim, atasözü ve tâbir nakletmiştir. Ayrıca, eski dönemlerde (bugün de olduğu gibi) atların yürüyüş ve koşma özelliklerine göre de adlandırıldığı olmuştur. Meselâ, güzel yürüyüşlü ve iyi koşan atlar için “kevel at”, “ozuk at”, “ıkılaç at”, “yorga at”, “erik at”, “yüğrük at” gibi çok çeşitli adlar kullanılmıştır. Bunların dışında atların “don”ları, yâni renkleriyle ilgili de onlara verilmiş birçok isim mevcuttur.

Ömer Hayyâm da at renkleri ve görünüşlerinin önemine dikkat çekmiştir. Ona göre “bâzı atların çok garip renkleri/donları vardır ki bu durum, onları değersiz gösterir. Aristoteles, Kitâb-ı Hayvân’da az da olsa bu konu üzerinde durmuştur. Rengi, kuşların rengine benzeyen atlar, özellikle beyaz/kır olanlar daha iyi ve makbuldür. Bu atlara sâhip olanlar savaşta her zaman gâlip gelir ve böyle atlar pâdişahlara yakışır.”

* * * Gelelim Ömer Hayyâm’ın eserinde kendisine yer bulan meşhur atlara:

Yay takımyıldızı, karton üzerine lak boyama, XIX. yüzyıl. David Koleksiyonu. Alûs/Elvis () Göğü veya güneş arabasını çeken attır. Beyaz/kır renklidir. Dûrbîn, yâni hipermetrop olduğu ve uzak bir yerden atların toynak sesini işittiğini söylerler. Çok sabırlıdır, ancak soğukta gitmeye tâkati yoktur. Mübârektir, ancak nâzik bir hayvandır.

Çerme () Ömer Hayyâm’ın, dûrbîn ve öfkeli bir at olarak kaydettiği çerme, genel olarak at, özel olarak da beyaz, kır attır. Ancak Hayyâm, çermenin çeşitleri olarak siyâh çerme (), sorh çerme () ve tâzî çerme ()’yi kaydetmiştir.

Hing () Hing kelimesi genel olarak beyaz renkli şeyler, özel olarak ise kır/beyaz atlar için kullanılmaktadır. Ömer Hayyâm, “en hünerli at” dediği hinglerin bâd hing (), megs hing (), sebz hing (), sorh hing () ve hing ukâb () gibi çeşitlerinden bahsetmiş ve bunlardan başı, alnı, ayağı, karnı, hayası, kuyruğu ve gözleri siyah olanların değerli olduğunu zikretmiştir. Hüsrev’in atının hing olduğu söylenir.

Kümeyt/Kumeyt ()Kümeyt/kumeytin kelime anlamı “siyâha çalar kırmızı şarap” olup rengi kırmızı şarâba benzeyen, gövdesi koyu kırmızı/kızıl ya da siyah kırmızı arası, kuyruğu ve yelesi siyah olan atlara kümeyt/kumeyt denmiştir. Ömer Hayyâm’ın dayanıklı ve Hz. Ali’den rivâyetle en yiğit at dediği “kümeyt/kumeyt”, soğuğa ve sıcağa, açlığa ve susuzluğa, koşmaya, güneşe, taşlığa ve çamura en dayanıklı ve bu bakımdan en değerli atlar arasında kabul edilir. Türkçede bu renk atlara “doru” denmektedir. Kümeyt/kumeytin, Ferîdûn’un atı olduğu söylenmektedir.

Pîse () Apraş veya ala paça da denilen pîse, rengi siyah beyaz ya da herhangi iki renkten oluşan alacalı atlara verilen isimdir ki Arapçada buna “eblak/ablak” () denmektedir. Ömer Hayyâm, pîsenin merhametli ve sâhibine karşı sevecen, ancak başka bir at çeşidi olarak zikrettiği pîse-i kümeyt/kumeyt ()’in ise kırılgan ve huysuz olduğunu kaydetmiştir.

Ablak () Nûşirevân’ın atı olarak da bilinen ablak, genel anlamda iki renkli, özel anlamda ise siyahlı beyazlı veya alacalı attır. Ömer Hayyâm, ablakın sâdece ismini zikretmekte, özellikleri hakkında bilgi vermemektedir. Ancak ablakın pîse ile aynı olduğu ve bu tür atların iyisinin fazla bulunmayıp pek tercih edilmediği anlaşılmaktadır. Bununla berâber ablak, yâni alaca atın Türk târihi ve edebiyâtında önemli bir yere sâhip olduğu görülür. Osmanlılar döneminde “gösterişli, alaca bacaklı, sekileri uyluklarına kadar ak olan atlar”a da ablak denilmiş ve bu tür atlara binenler için savaşçı ve kahraman anlamında “ablâk süvâr” tâbiri kullanılmıştır.

Şebdîz () ve Gülgûn ()  Ömer Hayyâm’ın, “Açlığa dayanabilen, mübârek bir attır.” dediği şebdîz ve sâdece adını zikredip özellikleri hakkında bilgi vermediği gülgûn, Hüsrev u Şîrîn hikâyesinin aslî kahramanlarındandır. Hikâyeye göre şebdîz ve gülgûn, Hüsrev’in atlarıdır, ancak Hüsrev gülgûn’u Şîrîn’e hediye etmiştir. Şebdîz ve gülgûn aynı kısraktan olmadır ve bu kısrak, bir mağarada bulunan aygır heykeline sürtünerek iki defa gebe kalmış, birinde şebdîzi diğerinde ise gülgûnu doğurmuştur. Bu iki efsânevî at, hikâyenin aslî kahramanları kadar önemlidir. Şebdîzin ölümü Hüsrev’i o kadar üzmüştür ki günlerce ağlamış ve onu büyük bir törenle defnetmiştir. Şebdîz Hüsrev ile, gülgûn da Şîrîn ile özdeşleşmiş gibidir. Bu hikâyedeki rollerinden sonra gerek Fars gerekse Türk edebiyâtında sıkça tesâdüf edilen birer mazmûn hâline gelen şebdîz, “gece renkli, siyah”; gülgûn ise “gül renkli” anlamına gelmekte ve söz konusu renklere sâhip atlara bu adların verildiği anlaşılmaktadır. Kâbûsnâme’de gülgûnun “tek renk ve beneksiz olduğu” söylenmektedir.

Rahş () Zaloğlu Rüstem’in atı olarak bilinen rahşın kelime anlamı beyazla karışık kırmızı, yâni kırmızı beyazdır; bu renk atlara rahş denmiştir. Bunun yanında genel anlamda asil atlar için de rahş kelimesi kullanılmaktadır. Rüstem’in atı kırmızılı, beyazlı olduğundan ona bu ad verilmiştir. Dîvan edebiyâtında gösterişli, yürük at anlamında da kullanılmıştır. Ömer Hayyâm, rahşın zerd rahş () ve siyâ rahş () denilen iki türünden bahsetmekte ise de özellikleri hakkında bilgi vermemektedir.

Hûrşîd () Ömer Hayyâm’ın, “Yavaş ve mübârek bir hayvandır.” dediği hûrşîdin kelime anlamı güneştir. Bazı kaynaklarda “hûrşîd süvâr” tâbirine tesâdüf edilse de bu at türü hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır.

Çeşîne () Ömer Hayyâm’ın sâdece adını zikredip özellikleri hakkında bilgi vermediği çeşîne, “çeşîşe” () kelimesiyle aynı anlamda olup Türkçede “kır at” denilen beyaz at veya katırlar için kullanılır. Çeşîne veya çeşîşe atlara, yukarıda zikri geçen “hing” de denmektedir.

Şûlek (Ömer Hayyâm, şûlekin de sâdece adını zikretmiş, özellikleri hakkında bilgi vermemiştir. Ancak efsânevî İran hükümdarlarından İsfendiyâr’ın atının bu adı taşıdığı ve genel anlamda hızlı, çabuk, kıvrak ve güçlü/kuvvetli atlara şûlek denildiği anlaşılmaktadır.

Zerde () Ömer Hayyâm’ın özellikleri hakkında bilgi vermediği zerde, Behrâm’ın atı olarak bilinmektedir. Kâbûsnâme’de iyi bir at olarak zikredilen zerde, sarı renkli olup dudağı, gözü, budlarının arası (miyân-ı ran), arkası (kûn) ve hayası siyah olur. Türkçede bunlara “kula at” denir. Bu bakımdan aşağıda zikredilen semende benzer özellikler taşır. Bununla berâber, “zerde-i semend” () adı verilen bir at türünün olduğu da bilinmektedir.

Semend () Ömer Hayyâm’ın “sabırlı, işçi/çalışkan ve Hz. Ali’den rivâyetle en hünerli at” dediği semend, rengi sarıya mâil, açık kahverengi bir at olup Kâbûsnâme’de zerde ile aynı özellikleri taşımaktadır ki buna da “kula at” denir. Keyhüsrev’in atı olduğu söylenen ve Osmanlı dönemi minyatürlerinde hükümdarların binek atı olarak tasvir edilen semendin, kutlu sayılan siyah beneklileri makbuldür. Bu özelliklerden yoksun olanları değersiz görülmüştür.

Siyâh ()  Ömer Hayyâm’ın “en korkusuz at” dediği siyâh, İsfendiyâr ve Cemşîd’in atının adıdır. Türkçede “kara veya yağız”, Arapçada “edhem” olarak adlandırılan bu at, ismi gibi tamâmen siyah renklidir. Bu atların gözünde kırmızılık olmayanları makbuldür.

Sepîd ():  Sepîd kelimesinin beyaz, ak anlamına geldiği mâlumdur. Buradan hareketle Ömer Hayyâm’ın bu adla zikrettiği at türünün, “hing” ve “çeşîne” gibi kır/beyaz atlara verilen ad olduğu tahmin edilebilir. Müellif, sepîdin bir türü olduğu anlaşılan sepîd zerde () ’yi “pâdişahlara yakışır bir at” türü olarak zikretmiştir ki sepîd zerdenin sarıya mâil veya sarı beyaz renkli atlar için kullanıldığı düşünülebilir.

Zâğ çeşm () ve Zerde-i zağ çeşm ()  Zâğ kelimesi karga ve gök rengi, mâvi anlamlarındadır. Ömer Hayyâm’ın “zâğ çeşm” ve “zerde-i zâğ çeşm” olarak kaydettiği bu atlar, Kâbûsnâme’de “şebkör”, yâni gece görmez olarak zikredilmekte ve bundan dolayı ayıplı/kusurlu sayılmaktadır.

Dîze () Ömer Hayyâm’ın sâdece ismini zikredip hakkında bilgi vermediği at türlerinden olan dîze, siyah veya külrengi atlara denmekte olup Türkçedeki karşılığı “boz”dur. At dışında katır, eşek ve kurt gibi bâzı hayvanlar için de kullanılır. Dîze atların perçeminden kuyruğuna siyah hat çekilmiş olanları da vardır.

Bâd (“Rüzgâr”, “hızlı ve çabuk” gibi anlamlara gelen bâd kelimesi, at için de kullanılmıştır. Ömer Hayyâm eserinde bâd rûy () ve bâd hing ()’ten bahsetmekle berâber, özellikleri hakkında bilgi vermemektedir.

Hurmâgûn ()  Hurma renkli, siyaha mâil kırmızı at olup buna “keher” de denmektedir. Kâbûsnâme’de kümeyt/kumeytle (Türkçede doru) berâber en iyi ve güzel, soğuğa ve sıcağa dayanıklı, çalışkan bir at olduğu zikredilmiştir. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi hurmâgûn, Kâbûsnâme’nin XV. yüzyılda yapılmış Osmanlıca/Türkçe tercümesinde “hurmâyî doru” olarak zikredilmiş ve bâzı lugatlarda bu atın kümeyt/kumeytle aynı olduğu söylenmiştir ki bu durumda hurmâgûnla kümeyt/kumeyt arasında benzerlik bulunduğu, ancak hurmâgûn veya hurmâyî dorunun özel bir ara renk/don olduğu anlaşılmaktadır.

Ergûn (Ömer Hayyâm’ın ismini zikredip özellikleri hakkında bilgi vermediği at türlerinden biri de ergûn olup kaynaklarda hızlı ve çevik bir at olarak kaydedilmiştir. Ömer Hayyâm’ın zikrettiği atlar bunlardan ibâret değildir. Müellif ebr kâs (), nâvbâr/nâvyâr (), bûrsâr (), edes (), şîr pûset (), gûr/gevr sorh (), ebr gûn (), hâk reng (), behgûn (), meygûn (), âbgûn (), bahârgûn (), nilgûn () gibi atlardan da bahsetmiştir. Ancak bunlarla ilgili fazla bilgi bulunmayışı, bu atlar ve özellikleri hakkında fazla bir şey söylemeye imkân vermemektedir.