Z Dergi Mobil Uygulamasını
ÜCRETSİZ HEMEN İNDİRİN!

Mobil Websitesine Devam Et >>

Kopar Zincirlerini Gülsarı!
Osman Özsoy

Yazı Boyutu: a a a
Okuma Modu

Kopar Zincirlerini Gülsarı!
Osman Özsoy

https://www.zdergisi.istanbul/makale/kopar-zincirlerini-gulsari-249

Orta Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırlarında doğa ile mücâdele içinde geçen zor bir hayat vardır. Rusların step dediği, Türk boylarının göçebe bir hayat yaşadığı bozkırlarda târih boyunca yaşananlar, efsâneden farksızdır. Bozkırın târihini yazan René Grousset’e göre burada insanlar hiçbir zaman bu kadar fazla toprağa bağlı olmamışlardır. Son derece ağır fizikî şartların üstesinden geldikleri için yenilmez olan bu cılız ve bodur gövdelerini tepeden tırnağa bozkır îmal etmiştir. Yüksek yaylaların sert rüzgârları, bu çekik gözlü, çıkık elmacık kemikli, seyrek sakallı yüzleri biçimlendirmiş, kemikli gövdelerini sertleştirmiştir.1 Orta Asya Türklerin ata yurdudur. Büyük zaferlerle, büyük bozgunlarla doludur bozkırın hikâyesi. Nice kuruluş görmüş nice yıkılışa şâhitlik etmiştir. Burada ancak atıyla hayatta kalabilir insan.XX. yüzyılda bir atın hikâyesini en güzel anlatan Cengiz Aytmatov’dur. Orta Asya halkları açısından târihin en zor dönemecinde, Sovyet Birliği adıyla yürütülen kanlı ve zorba bir rejimde kendini halkının sesi olmaya adamış büyük bir yazardır Aytmatov. Onun anlattığı sâdece Kırgızların ve Kazakların hikâyesi değildir. Türkistan’da, Sibirya içlerinde, Kafkaslarda, Karadeniz boylarında, Balkanlarda ve Anadolu’da yaşayan her Türk Aytmatov’un öykülerinde kendine âit bir şey bulabilir. Sevenlerinin gönlünde o çâresizce var olmaya çalışan insanların, unutulan, unutturulmaya çalışılan kadim bir kültürün, gelenek ve göreneklerin, ninni ve türkülerin, masal ve efsânelerin sesi, “bozkırın ozanı” olmuştur. Halkların ezildiği, insanların insafsızca cephelere sürülerek katledildiği bir dönemde yaşayan Aytmatov, Sovyet rejiminin baskılarına aldırış etmeden kendi kültürünü anlatmayı başarmıştır. Aytmatov’un kahramanları II. Dünya Savaşı’nda can vermekten kurtulan, sonrasında yurtlarında yoklukla mücâdele etmek zorunda kalan insanlardır. Savaş yıllarında vâdedilen zenginlik bir türlü gelmemiş, “toplumun eşitliği, kazancın âdil bölüşümü” gibi propaganda lafların doğru olmadığı iyice anlaşılmıştır. Elvedâ Gülsarı2 işte böyle bir zamânın hikâyesini anlatır.

Cengiz Aytmatov.Savaştan sonraki yıllarda devrime inanmış saf Kırgız gençleri bir yandan doğayla öte yandan kendilerini sömüren üst düzey parti yetkilileriyle mücâdele içindedir. Her biri yaşadığı geçmişle hesaplaşmakta, adâletli bir dünya kurmanın hayallerini kurmaktadır. Elvedâ Gülsarı’nın baş kahramânı II. Dünya Savaşı’nda ülkesinin birçok yerinde, Slovakya’da, Avusturya’da, hatta Çin’de bile savaşmış gâzi Tanabay Bakasov’dur. Kendine âit olmayan savaşta Tanabay canını ortaya koymuş, bir şarapnel parçasıyla yaralanmış olarak evine dönebilmiştir. Ama samîmî bir yurttaştır. Partiye üye olur, üyelik kartını özenle taşır. Demircilik yaparken yakın arkadaşı olan çiftlik başkanının isteğini kıramayarak yaylada bir yılkının (yabanî at sürüsü) başına geçer.

Tanabay yaylaya çıkıp ihtiyar Tolgoy’dan yılkıyı teslim alırken hikâyenin asıl kahramânı ortaya çıkar: Gülsarı. İhtiyar Tolgoy, küçük sıska kula (kahverengi) atını gösterirken,

“Doğuştan rahvan böylesi at zor bulunur.”

der. Köroğlu destânında, bey için hazırlanan Kırat’ın küçüklüğündeki gibi çirkindir Gülsarı. Ancak öyle ya, doğuştan rahvandır. Bozkırda yaşayan bir Türk için rahvan at büyük bir hazînedir. Rahat bir koltukta oturur gibi gezersiniz onunla. Koşarken öyle ritmik hareket ettirir ki bacaklarını, binicisini hiç sarsmaz. Hem seyrine de doyum olmaz o yürüyüşün. Aytmatov, Gülsarı’nın şahsında bozkırın rahvan atlarına dâir neredeyse bir destan yazmıştır. Kabına sığmayan, koşmak için yılkının çitlerini zorlayan Gülsarı’ya gem vurulması ve onun ilk kez eyerlenmesi sahnesi Aytmatov’un anlatımıyla insanın içine işler. Atın bir binek hâline gelebilmesi için ona gem ve dizgin vurulmalıdır. Kıldan örülmüş bir kement ile boynundan yakalanır. Nefesi kesilir Gülsarı’nın, acı içinde ağzına bir demir kelepçe geçirilir. Koşum takımları kemerlerle bağlanır gövdesine. Gülsarı gibi aygırın kabul edebileceği bir şey değildir bu. Üstüne binip dizginleriyle atı çekiştiren Tanabay’ı üzerinden atmak için şaha kalkar; ama atmayı başaramaz.

Sâdece sâhibinin şefkatli tavırları, içinde fırtınalar kopan Gülsarı’yı sâkinleştirebilir. Birlikte büyüdükleri alnı akıtmalı doru (kızıl kahverengi) tayın yanına yaklaşıp sıcak gergin dudaklarını Gülsarı’nın boynuna sürüp yelelerini ısırmasıyla Gülsarı tamâmen durulur; dizginlerini teslim etmiştir artık.

Tanabay’ın Caydar adında bir karısı vardır. Bu cefâkâr kadın uzun süren savaş yıllarında kocasını sabır ve sükûnetle beklerken oğlunu da büyütmüştür; aynı zamanda çok güzel kopuz çalıp türkü söyler. Fakat Tanabay gönlünü savaşta eşi dönmemiş ve dul kalmış Bibican’a kaptırmıştır. Gülsarı bu yasak aşkı hisseder. Bu esnâda başka bir gelişme daha yaşanır, örnek bir yoldaş olarak partinin denetleme kuruluna seçilir Tanabay. Gülsarı büyüyüp olgunlaşmış, iyice güzelleşmiştir. Kabına sığmayan, doyumsuz bir koşma tutkusuyla yanıp kavrulan Gülsarı’nın mutlu günlerinden biri 1 Mayıs bayramı dolayısıyla Kazaklarla ortaklaşa düzenlenen bir yarış dolayısıyladır. Katıldığı bu ilk yarışta özenle yetiştirilmiş cins atlarla koşacaktır. Atlar tozu dumana katarak koşmaya başlar. Gülsarı ok gibi fırlayan atların gerisinde kalmıştır. Neredeyse hepsi Gülsarı’yı geçmiştir; ama öyle bir an gelir ki diğer atlar yorulup hız keserken Gülsarı rahvan bir koşuyla hızlanmaya başlar. O an ne dizginlerin ne gemin hükmü kalmıştır. Gülsarı sırtındaki eyerin de binicinin de ağırlığını duymaz olmuştur. Önünde koşan demir kır ve al donlu iki atı da köpürmüş bir dalga gibi aşarak birinci gelir. Varış noktasında merakla bekleyen seyirciler onu delicesine alkışlarlar. Tezâhürat başını döndürür Gülsarı’nın, yeniden yarışmak isteğiyle, cakayla yan yan koşmaya başlar. Gücünün, güzelliğinin farkındadır. Hem nasıl olmasın? Çelik çomak oynayan çocuklar çubuğa doğru koşarken şöyle bir tekerleme söyler:

- Deh rahvan atım deh! Çocuklar bakın ben Gülsarı oldum! Nasıl da rahvan yürüyorum…

Bayramda güzel cins atların boy gösterdiği tek yer at yarışları değildir. Bir de keçi kapma oyunu vardır. At üstünde oynanan bir çeşit spordur bu. Yalnız top yerine başsız bir keçi gövdesi kullanılır. Burada rakip Kazaklardır. Bu müsâbakada da büyük beğeni toplayan Gülsarı ününe ün katar.

İyi bir koşu atının ünlenmesi, iyi bir futbolcunun şöhrete kavuşmasına benzer. Mahalle aralarında top peşinde koşan dünün çocuğunun birden herkesin gözünde büyüyerek yığınların sevgilisi oluvermesi gibi. Ama bir fark var; at atı kıskanmaz. İnsanlar da çok şükür atları kıskanmayı henüz bilmiyor. Gülsarı ve sâhibi için işler hep yolunda gitmeyecektir. Bozkırın baharı ve yazı bolluk bereket içinde geçerken, kış bir kâbus gibi çöker üzerlerine. Otlaklar karla kaplanmıştır. Herkes devlete çalışmak, yıllık planda belirlenen miktarda tahıl ve hayvanını devlete vermek zorundadır. Devlet üreticinin kendine ayırdığı kışlık erzâkı, hayvan yemini bile çok görmektedir.

Asıl kıyâmet, haranın müdürü İbrahim’in kooperatif çiftlik başkanı adına Gülsarı’yı Tanabay’dan istemeye gelişiyle kopar. Atı çok beğenen müdür, Gülsarı’nın bineği olması hayâliyle yanıp tutuşmaktadır. Tanabay önce direnir, vermek istemez; ama karısı Caydar’ın telkinleriyle Gülsarı’yı seyislere teslim etmek zorunda kalır. Çok sevdiği atının bağrından koparılmasıyla Tanabay yıkılmıştır. Ama Gülsarı öyle ahırda duracak bir at değildir. İlk fırsatta kaçıp Tanabay’ın yılkısına koşar. Alıp geri götürürler, ayaklarını kösteklerler; ama sıçraya sıçraya yine kaçar. Tıpkı ayaklarındaki zincirin şakırtısını dinleye dinleye kaçan pranga mahkûmu gibi. Gülsarı’nın bu özgürlük tutkusu, yılkıdaki diğer atların yanında olma çabası her defasında engellenir ve yola gelmesi için iğdiş edilir.

Üretimin artması için devamlı halkı ezen kooperatifte çok eziyet çeker Gülsarı. Tanabay da at harasını bırakmış, koyun üreticiliğine geçmiştir. Her ikisi de birbirinden uzakta, çileli günler geçirmektedir. Bir parti temsilcisinin gırtlağına yapıştığı için uğrunda çok emek sarf ettiği ve mensubu olmaktan onur duyduğu parti üyeliğinden ihraç edilir Tanabay. Gülsarı ise yaşlanana kadar bıkıp usanmadan koşar. Ondan çalınan mutluluğu yakalamak istercesine... Mâkûs tâlih, Tanabay ve Gülsarı’yı hayatlarının son demlerinde tekrar buluşturur. Gülsarı iyice yaşlanmıştır; binicisini yarışlarda mutlu edemeyince bir araba atı olmuştur. Tanabay, Gülsarı’yla tesâdüfen karşılaşır, arabasına koşup yaşadığı kasabaya götürmek ister; ama Gülsarı ölüverir. Artık o, Tanrı’nın yılkısına karışmıştır.

Aytmatov yine yapacağını yapmış, bütün romanlarında olduğu gibi hikâyesini bir duygu patlamasıyla sonlandırmıştır. Gülsarı’nın cansız bedeninin başında Tanabay’ın zihninden bütün bir hayâtı film şeridi gibi akıp geçer. Gülsarı ile geçen yıllarını, kendi gençliğinin mücâdeleyle geçen bütün safhalarını hüzünle ve yaşlı gözlerle hatırlar yaşlı adam. Aytmatov, Gülsarı’nın bozkırla bütünleşen özgür rûhunu tasvir ederken onun şahsında komünist rejimin ezdiği Kırgızları anlatmıştır. Yitip gidenin ardından koşan, zincirlerini koparmak isteyen Gülsarı bir anlamda bozkırın kadim sâkinlerinin acılarının bir sembolüdür. Tanabay’ın bir derdi vardır; ama o dert Stalin’in zâlimliği, komünist partinin adâletsizliği, üretimin yetersizliği, atların yerini kamyonların alması falan değildir. O dert bir efsânenin artık hatırlanamayacak kadar geride kalmasıdır. Gülsarı yitip giden her şeyin peşinden koşar. Bir millete yol göstermek istercesine, koşar da koşar.

SİNEMADA GÜLSARI

Elveda Gülsarı filminden bir kare ve film afişi.Gülsarı’nın hikâyesi iki kez beyaz perdeye aktarılır. İlki 1968 yılında Rus yönetmen Sergey Urusevskiy tarafından çekilir. Bu filmde romanın en önemli meselelerinden olan bir savaş gâzisine yapılan haksızlıklar, ki aynı zamanda esaslı bir sistem eleştirisidir, görmezden gelinerek Gülsarı ve Tanabay’ın hüzünlü ayrılık hikâyesine odaklanılır. Aytmatov, ciddî bir sistem eleştirisini Stalin’in hemen ardından bir roman yazarak yapabilmiş, ancak hikâyenin sinemaya olduğu gibi aktarılmasına cesâret edememiştir. Roman filme uyarlanırken sansürlenmiştir. Elvedâ Gülsarı’nın tam adıyla ve esere sâdık kalınarak sinemaya aktarılması ise Kırgızistan’ın bağımsızlık kazandığı yıllarda (2008) gerçekleşmiştir. İlk uyarlama Kopar Zincirlerini Gülsarı 1974 yılında Türkiye’de vizyona girmiş, ilgiyle izlenmiştir. İkinci uyarlama Elvedâ Gülsarı ise ülkemizde vizyona girmemiş, ancak birkaç festivalde gösterilebilmiştir. Her iki film de hârikulâde tabiat manzaralarıyla, Gülsarı’yı ve diğer atları temsil eden muhteşem güzellikte atlarla ve başarılı oyuncularıyla göz doldurmaktadır.

Kopar Zincirlerini Gülsarı
Orijinal ismi: Beg inokhodtsa Yapım yılı: 1968 Eser ve senaryo: Cengiz Aytmatov Yönetmen: Sergey Urusevskiy Oyuncular: Nurmukhan Zhanturin, Baken Kydykeyeva, Farida Sharipova

Elvedâ Gülsarı
Orjinal İsmi: Qosh bol, Gülsary! Yapım Yılı: 2008 Eser: Cengiz Aytmatov Senaryo: Ezhan Rustembekov Oyuncular: Dokhdurbek Kydyraliyev, Raikhan Aitkhozhanova, Janel Makazhanova

1 Rene Grousset, Stepler İmparatorluğu, çev. Prof. Dr. Halil İnalcık, Türk Tarih Kurumu, 2011.
2 Cengiz Aytmatov, Elveda Gülsarı, çev. Refik Özdek, Ötüken Yayınları, 1993.