Z Dergi Mobil Uygulamasını
ÜCRETSİZ HEMEN İNDİRİN!

Mobil Websitesine Devam Et >>

Eser İçin mi, Yazma Eser İçin mi Katalog Hazırlanmalıdır?
Sami Arslan

Yazı Boyutu: a a a
Okuma Modu

Eser İçin mi, Yazma Eser İçin mi Katalog Hazırlanmalıdır?
Sami Arslan

https://www.zdergisi.istanbul/makale/eser-icin-mi-yazma-eser-icin-mi-katalog-hazirlanmalidir-562

Meşhur Osmanlı bilgini Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Künhü’l-ahbâr’ı üzerine kaleme alınacak bir tanıtım yazısı için eserin herhangi bir yazma eser kütüphanesindeki nüshasını temin etmek büyük ölçüde yeterli olacaktır. Neden? Çünkü böyle bir yazıda amaç Mustafa Âlî’nin eserinde ne anlattığını öğrenmektir ve herhangi bir nüsha bunun için yeterlidir. Künhü’l-ahbâr’ı bir tanıtım yazısının değil de bir kataloğun konusu haline getirdiğimizi düşünelim. Örnek olarak muhayyel bir yazma eser kütüphanesinin muhayyel bir kataloğunu hazırlıyor olalım. Bu katalogda Künhü’l-ahbâr hakkında vereceğimiz bilgi ile mesela İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesindeki Künhü’l-ahbâr hakkında vereceğimiz katalog bilgisi aynı mı olacaktır ya da aynı mı olmalıdır?

Bu soruya cevabımız hem evet hem hayır olacaktır. Evet, çünkü amaç örneğin Künhü’l-ahbâr’ın telif sebebi, tesmiyesi, tesmiye sebebi, telif tarihi, ithaf edildiği kişi, muhtevası gibi şeyleri öğrenmekse, yani metni/ kitabı tanımaksa bütün kataloglarda Künhü’l-ahbâr için benzer, hatta aynı bilgilerin verilmesinde bir mahzur olmamalıdır. Bu, kuşkusuz müstensihi yok saymak anlamına gelmez. Zira daha sonra da belirtileceği gibi müstensih, müellif kadar güçlü olmasa da yazma eserin faillerinden biridir. Müstensih ve okurun metne bazı müdahaleleri vaki bir durumdur fakat bu -istisnalar bir yanamesela üç bölümden oluşan bir metne dördüncü bir bölüm eklemek gibi bir müdahale değildir. Yani metnin/kitabın yapısı her nüshada büyük ölçüde muhafaza edilecektir. Peki bir yazma eser sadece bunlardan mı ibarettir? Metin/ kitap, yazma eserin eser tarafıdır, oysa ki yazma eserin bir de nüsha tarafı vardır. O halde yukarıdaki sorunun diğer bir cevabı da “hayır” olacaktır.

Hayır, çünkü yazma eser sadece metinden/kitaptan ibaret değildir. Peki o halde yazma eser nedir? İcmâlen söyleyecek olursak yazma eser müellif, müstensih ve okur üçgeninde çoğalarak var olan ve anlam kazanan bir bilgilendirme aracıdır. Başka bir ifadeyle müellifi n ortaya koyduğu metni müstensih ve okurun nüshaya çevirme serüvenidir. Şu halde yazma eserin metin/kitap ve nüsha olmak üzere iki temel unsuru olduğunu söylemek mümkündür. Bu iki unsur ise temelde üç ögenin elinden çıkmaktadır. Yazma eserin kitap/metin kısmı, bu üç ögeden müellifi n hissesine düşerken nüsha tarafı ise müstensih ve okurun hissesine düşmektedir; metnin yazarı müellifken nüshanın yazarları büyük ölçüde müstensih ve aktif okurdur.

Bu durumu salt bir retorikten, sağlaması yapılabilir bir veri ya da iddia düzeyine taşıyacak olursak yazma eserin sabiteler ve değişkenler üzerinden başka bir tanımını yapabiliriz. Yazma eserin cüzleri olan metin/kitap ve nüshanın kendisine mahsus unsurları vardır. Bu unsurlardan metne/ kitaba -dolayısıyla metnin yazarı olan müellife- ait unsurlar, yazma eserin sabitelerini oluşturur ve bunlar her yeni nüshada tekrar eder, en azından tekrar etmesi beklenir. Bu sabit unsurlar -mensur eserlerden hareketle söyleyecek olursak- eserin ismi, müellifi n ismi, eserin dîbâcesi, tesmiyesi, ithâfı, eserin bölümleri ve ferâğ kaydıdır. Künhü’l-ahbâr örneğinden devam edersek, eserin herhangi bir nüshasında bilinçli bir şekilde eserin isminin değiştirilmesi beklenmez. Mesela herhangi bir müstensih onu Hakikatü’l-ahbâr olarak yazmaz, yazmaması beklenir. Nüshanın unsurları ile kastedilen sadece nüsha sahiplerini gösteren temellük ve vakıf gibi ilk akla gelen birtakım kayıtlar değildir. Nüshanın unsurlarının da kendi içerisinde anlamlı bir tasnifi bulunmaktadır. Buna göre “kayıtlar” üst başlığıyla isimlendirebileceğimiz nüshanın unsurları ilk etapta harici kayıtlar, dahili kayıtlar ve maddi unsurlar olmak üzere üçe ayrılır. Dahili unsurlar ile kastedilen nüshaların herhangi bir tarafına ilmî maksatla düşülen notlardır. Bu üç kısmın her birinin de burada detaylandıramayacağımız kısımları vardır.

Nüshaya dair bütün bu unsurların temel özelliği, yazma eserin değişken unsuru olmasıdır. Herhangi bir Künhü’l-ahbâr nüshasındaki kıraat ya da istinsah kaydı —velev ki aynı müstensih elinden çıkmış olsun— yekdiğerinin aynısı değildir. Şunu açıklıkla söyleyebiliriz ki bir yazma eseri yazma eser yapan da metin/kitaptan ziyade onun bu nüsha tarafıdır. Nüshayı nüsha yapan şey ise bu kayıtlardır.

Yazma eser katalogları ve özellikle dijital kataloglar bu ya da benzeri bir tasnifi dikkate alarak hazırlanmalıdır fakat kataloglar genel olarak ve büyük ölçüde metni/kitabı dikkate alarak hazırlanmaktadır. Kataloglarda yazma eserin nüsha tarafı ya da başka bir açıdan nisbî yazarları olan müstensih ve okur (sanatçı da burada düşünülmelidir) ve bunların elinden çıkan girdiler ihmal edilmektedir. Bir örnek verecek olursak 17 Mart 1575 Perşembe öğle ile ikindi arasında Kostantiniyye’de, Zal Mahmud Paşa Medresesinde müderris Ali Efendinin meclisinde Hüseyin b. Mehmed b. Ali b. Abdullah tarafından istinsah edilen bir nüshanın fi şine “Hüseyin b. Mehmed tarafından 17 Mart 1575’te İstanbul’da istinsah edilmiştir.” şeklinde yazılmamalıdır. Zira bu istinsah kaydında, istinsahtan öte birçok anlamlı şey zikredilmektedir ve bu bilgiler diğer istinsah kayıtlarındaki anlamlı girdilerle birlikte farklı toplumsal ve kültürel okumalara imkan verecek evsaftadır. Kayıtta medresenin bânisi Mahmud Paşa, istinsah şehri Kostantiniyye, müstensihin kendisi ve müderris Ali Efendiye yaptığı duada geçen ögeler de fi şe eklenebilmelidir. Keza derkenarlarında haşiyeler olan bir nüshanın fi şi de “Derkenarda haşiyeler vardır.” yazılıp bırakılmamalı, derkenarda yapılan haşiyelerin türü, kaç kişinin elinden çıktığı ve daha önemlisi derkenarlarda referans olarak kullanılan eserlerin isimleri de kaydedilmelidir. Böylece söz gelimi bir metnin/şerhin/haşiyenin ne tür yardımcı kaynaklar eşliğinde okunduğunu/mütalaa edildiğini, referans kitapların zaman, mekan ya da ekole göre farklılık gösterip göstermediğini görmek mümkün olacaktır. Yani sadece kataloglar aracılığıyla derkenar notları üzerinden bir metnin Osmanlı veya Memlüklü dünyasında ya da Hindistan veya Kuzey Afrika’da nasıl okunduğu, nasıl anlaşıldığı gösterilmiş olacaktır. Nüshanın başka unsurları üzerinden örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Bir katalogda bunca bilgiye yer vermenin zait olduğunu söyleyebilir miyiz? Belki. Fakat yazma eserin bütün unsurlarının kayıt altına alındığı bir katalog, sadece metne ya da müellife dair bilgiler vermeyecek; tarih, edebiyat, hukuk, psikoloji, antropoloji gibi birçok disiplin için elden düşmeyen bir kaynak olacaktır. Elbette bu ölçekte hazırlanacak ideal bir katalog ekip çalışmasını gerektirir.

Bu yazının amacı yazma eserin ne olduğunu tartışmaya açmak değil, kataloglamada mutabakat sağlanmasına yönelik bir teklif sunmaktır. Yeni/den yapılacak katalogların müellif, müstensih ve okur açısından zengin içerikle hazırlanması gerekir. Bu tür kataloglar aracılığıyla, tarihi yapan büyük adamların tahakkümünden kurtulan siyasî/ sosyal tarihe, kültür tarihi de katkı sunmuş olacaktır. Kataloglar, başından sonuna dek mütalaa ettiği nüshayı tashih ettikten sonra “Kitabın hattından farklı bir hatla gördüğün ilaveler bana aittir.” diyerek kendisi gibi okuyucuları uyaran Hasan b. Abdullah es-Seyrâfî, Ohri müftüsü Süleyman, Müderriszâde Seyyid Abdülkerim b. Mustafa ve Beypazarı mahkemesi kâtibi Abdurrahman’ın temellük kayıtları üzerinden onlarca yıl arayla birbirlerine yaptıkları göndermeler; Rivayet-i silsile-i ehâdîs isimli eserin yaprakları arasına not edilen “anne karnındaki çocuğun cinsiyetinin tespitine dair” şeklindeki pratik bilgi ve Drama asâkir-i milliye taburu musiki bölüğü çavuşlarından Dersaadetli Halil Efendinin yaptığı millî şarkıyı da kayıt altına almalıdır. Kısacası kataloglar değirmenci Menocciho’nun dünyasına da yer vermelidir. O halde şöyle diyebiliriz: Mikro tarihe mikro kataloglar gereklidir.