Z Dergi Mobil Uygulamasını
ÜCRETSİZ HEMEN İNDİRİN!

Mobil Websitesine Devam Et >>

Süheyl Ünver’in Veliefendi Çayırı ve Çeşmesi’ne Yaptığı Gezi
Murat Candemir

Yazı Boyutu: a a a
Okuma Modu

Süheyl Ünver’in Veliefendi Çayırı ve Çeşmesi’ne Yaptığı Gezi
Murat Candemir

https://www.zdergisi.istanbul/makale/suheyl-unverin-veliefendi-cayiri-ve-cesmesine-yaptigi-gezi-162

Süheyl Ünver Hoca, öncelikle Vezneciler’e gelmiş ve Bakırköy Veliefendi’ye gidecek bir vâsıtayı soruşturmaya başlamıştır. Genç ve bilgili bir otobüs şöförünün kendisine 88 veya günümüzde hâlâ Bakırköy hattına çalışan 94 numaralı otobüslerden birine binmesi tavsiyesine uyarak Lâleli’ye inmiştir. Osmâniye’den geçtiği ve oradan da Veliefendi’ye geçilebileceği bilgisini aldığı bu 94 numaralı otobüsün kalktığı durağa çok geçmeden ulaşmıştır. Lodoslu bir havada, otobüsün açık pencereli ve gölgeli tarafına oturduğu gibi ayrıntıları dahi aktardığı bu gezisinde, Topkapı’dan çıkıp Merkezefendi önünden geçerken tâzim ile ayağa kalkmıştır. Ayrıca bu kabristanda gömülü bulunan büyükbabası Şevki Efendi, dayısı Hulûsi Efendi, annesi ve kabristanda gömülü diğer insanlara ve yakınlarına Fâtihalar okumuştur. Ardından Yedikule’ye geldiklerini ve buradaki Yaldızlıkapı’nın onarılmış olmasına sevindiğini nakletmektedir. Peşi sıra Kazlıçeşme’ye gelip de kokuyu duyduğunda “debbâğ"ların, yâni dericilerin kokusuna alışmış küçük bir kızın dışarıya gelin gittiğinde baba evini bu koku için aradığını yazan Evliyâ Çelebi’yi rahmetle andığını kaydetmektedir. Bundan başka Zeytinburnu’na ulaştığında yolun berbat, kirli ve tozlu olduğunu, sağ tarafında gecekonduların dolduğunu ve îmar değil “ihdâs-ı mezbelelik” yapıldığını bildirmektedir. Ayrıca, bu karışık ve düzensiz görünüme sebep olan Sümerbank Bez Fabrikası önünden geçtiğini burasının da berbat, kirlenmiş ve bakımsız bir hâle geldiğini dile getirmektedir.

Süheyl Ünver, halkın “Velefendi” diye telaffuz ettiği Veliyyüddin Efendi’nin mükemmel bir tâlik üstâdı iken çeşmesine bir kitâbe yazmamış olmasından hayretle söz eder.

Bakırköyü’nü geçtikten sonra Osmâniye’ye gelince biletçinin “İniniz!” tâlîmâtıyla otobüsten inen Süheyl Hoca, Veliefendi Çeşmesi’nin yerini soruşturmaya başlamıştır. Ancak, kendisine burada Çoban Çeşmesi’nin bulunduğu ve on dakîka yürümekle varılabileceği söylenince, "Belki bu çeşme Veliefendi Çeşmesi’dir." diye oraya gitmeye karar verdiğini belirtmektedir. Yolda Sinop’tan kalkıp iş aramaya gelmiş ondört yaşında bir çocukla karşılaştığını ve söz konusu çeşmeyi bildiğinden bahisle, kendisini oraya götürebileceğini söylediğini anlatmaktadır. Kirli ve kaldırımsız bir asfalttan yürürlerken, üç aydır iş arayan çocuk kendinden medet ummuş ve perîşan durumda olduğunu belirterek kendisinden yardımcı olmasını istemiştir. Süheyl Hoca, bu yaşta ve “eşkâlce” de minyon tipli bir çocuğa herhangi bir müessesenin iş vermeyeceğini düşünerek kendisine bir dükkâna çırak olarak girmesini veya şeker satmasını söylemiştir. Ancak, çocuk söylenenlerin hepsine peki diyecek bir karakterde olmamakla birlikte, bozulmamış bir yapıda olduğundan, Süheyl Hoca’nın şeker alması için verdiği yarım lirayı almayı zorlukla kabul etmiştir. Bu sırada Çoban Çeşmesi’ne geldiklerinden, ayrılmak zorunda kalmışlardır. Süheyl Hoca, çeşmeyi incelemeye başlamış ve hemen namazgâhı olmadığını fark etmiştir. Dörtyol ağzında olduğunu söylediği bu çeşme, harıl harıl ve kesintisiz akmaktadır. Çeşmenin taşlarının düşmüş olduğunu gören Süheyl Hoca, taşların nasıl düştüğüne aklının pek ermediğini, çeşmenin kendisine bâzı saldırgan şahısların düşürdüğünü söyler gibi hüzünle baktığını belirterek bu konudaki düşüncelerini aktarmaktadır. Çeşmenin kitâbesini, “Sâhibü’l- hayrât ve’l- hasenât ve râ’ifetü'l- cenneti ve’d-derecât Mumcu el-Hâcc İsmail Ağa” şeklinde okuduğunu, ayrıca hem çizimini yaptığını hem de fotoğrafını aldığını bildirmektedir. Târihini ise (15 Zilkade 1236/9 Aralık 1908) olarak kaydetmiştir. Bu noktada Veliefendi hipodromu, ahırlar ve bu müştemilâta âit yapıların sona erdiğini, hemen karşısında bir çayırın başladığından söz etmektedir. Çayırın etrâfının ihmal edilmiş olmakla birlikte, ana alan olarak yeşillik içinde olduğunu, bu arada Veliefendi’yi sorduğunu zikretmektedir.

Kendisine buradan kıvrılıp dar bir asfaltı tâkip etmesi söylenince yine yola koyulmuş ve bir 15 dakîka daha yürüdükten sonra vardığı Veliefendi Çayırı’nı, iki-üç asırlık çınarlarından tanıdığını anlatmaktadır. Çınarların yanına geldiğinde yaklaşık yirmi kadarını saydığını bildirmektedir. Çeşmenin bozulmuş namazgâhını ondördü büyük, üç asırlık çınarların sardığını ve bunların her birinde bir kahve açılabileceğini esefle söylemektedir. Bu çınarları Küçükçekmece istasyonu yanındakine benzeten Süheyl Hoca, o çınarın yola mâni oluyor diye kesildiğini belirterek, “Fakat onları kestirenlerin kafası niye kesilmez bilmem.” diyerek kızgınlığını ve konuya olan hassâsiyetini dile getirmektedir. Yine Süheyl Hoca’nın anlattığına göre, Küçükyalı’da Fâtih Sultan Mehmed’in diktirdiği beş asırlık iki çınar ile ibâdet ettiği namazgâhın, muhtarın uygun bulması ve kaymakamın onayıyla yok edilmiştir. Bahâne olarak yola mâni oldukları öne sürülmekle birlikte gerçek sebep, orada birisinin dükkânının önünü kapaması ve ticârî kazancına engel olmasıdır. Veliefendi’de de nüfûzunu kullanmanın yol açtığı kötü sonuçlardan biri olarak elektrik çifte direği çakıldıktan sonra “güzel olmuyor” diye üç asırlık iki çınarın kesilip yerde ruhsuz varlıklar gibi yatmasına işâret etmektedir. Bu çınarların ileride buradan geçecek Londra Asfaltı’na da engel olmayacağını, bu gaddarlığı yapanların belli olmadıklarını, ne yapılsa bulunamayacaklarını ve baş suçluların da buraları denetime tâbi tutmayanların olduğunu sözlerine eklemektedir. Marmara’nın şöyle bir dönümlük yerinde şiddetli bir lodosunu söndüren bu asırlar görmüş güzel çeşmenin bulunduğu alana baktıktan sonra, ömründe böyle bakımsız bir yer görmediğini ve utandığını söylemektedir.

Ayrıca, çocukların eğlence yeri olan bu alanda, kadın ve kızları çeşmeden su doldururken rahatsız etmesinler diye, demokratlar zamânında en kötü cinsinden briketlerle bir dirsekli duvar yapıldığını kaydetmektedir. Ancak duvarın burasını târif edilmez derecede öylesine karartıp kirlettiğini kaydederken, sanki birisinin utanç duvarının bir parçasını getirip buraya diktiği benzetmesinde bulunmaktadır. Sanki burasının İstanbul’un bir köşesi değil de, çeşmesiyle buraya atılmış bir mezbelelik olduğunu ve Veliefendi’nin asırlardır pitoresk güzelliğinin şâhidi olan çınarlardan utandığı şeklinde ifâde etmektedir. Bu alanın utanılacak bir hâlde olmasında, ne Eski Eserleri Koruma Encümeni’nin ne Anıtlar Yüksek Kurulu’nun ve özellikle ismi var cismi yok yerel belediyenin suçu olmadığından bahsederken, söz konusu durumdan İstanbul Belediyesi’nin bile haberleri olmadığını eklemektedir. Aslında buraya her zaman ulaşımı sağlayan hafif bozuk da olsa bir asfalt yolun Osmâniye’den uzandığını, ancak buna rağmen gelip göreninin olmadığını belirtmektedir. Diğer taraftan, Veliefendi Çayırı’nın perîşanlığının da kendisine başka bir üzüntü kaynağı olduğunu, kışın su biriktiğinden gecekondu olmadığına sevinmektedir. Ne var ki burasını çevreleyen yamaçlarda en kötü hâldeki gecekonduların sefâlet içindeki halk ile dolduğundan söz ederken “Adı gecekondu ama bunların hiç gündüz kontrolü ve düzeni yok, yok.” demektedir.

Çeşme hakkında bilgilere de yer veren Süheyl Hoca, kesme taşla yapıldığını, îtinâ edilmekle birlikte kitâbesinin bulunmadığını, yâni aslında var olmakla birlikte sonradan kaybolmadığına dikkati çekmektedir. Halkın telaffuzuna göre “Velefendi” diye söylenen Veliyyüddin Efendi’nin mükemmel bir tâlik üstâdı olmasından dolayı kendisinin bir kitâbe yazmamasına şaşırdığını ve bir kitâbe yerinin dahi olmadığını bildirmektedir. Ancak yol seviyesine göre çeşmenin biraz aşağıda olduğunu, zamânında kenarlarına yine kesme taşlarla iki metre kadar duvar yapıldı- ğını ve duvarın alt kısmının kalitesiz, üst kısmının kesme taşlarla örüldüğünü kaydetmektedir. Bundan başka, çeşmenin arkasında oyuk bir şekil gözüne çarpmıştır. Ne olduğunu anlayamamakla birlikte, mihrap işâretine benzetmektedir.

Namazgâhla ilgili ayrıntılara devam eden Süheyl Hoca, dış duvarlarının ortadan kalktığını, bunun da civar halkının taş ocağı ayağımıza gelmiş diye taşları sökmesinden kaynaklandığı düşüncesindedir. Zîra, çeşmenin yalağı önünde serili Roma kaldırım taşlarından oluşan alana iki üç basamak merdivenle inilmektedir ve on metre kadar yakınında yere gömülü bir su mahzeninin iki kapağı da kapalı durumdadır. Muhtemelen etraftaki temiz bir su sızıntısı taşınca bir yerden su sızmaktadır ve gittikçe kirlenen ufak bir dere oluşturmaktadır. Bundan istifâde eden kadınlar, aralıklarla çamaşır yıkamaktadırlar. Bunun dışında, çeşme sâhasında inen söz konusu basamakların yanında toprağa gömülü bir sütun parçası görülmektedir ve üzerinde bir kandil işâreti oyulmuştur. Bir mihrap taşı olabileceği konusunda şüpheli olan Süheyl Hoca, belki de bir zamanlar buraya taşınmış olabileceğini aklına getirmektedir.

Çeşmenin suyunun içilebildiği ve dolayısıyla Veli Efendi tarafından uzak bir yerden getirtilmiş olabileceği ihtimâlinin altını çizen Süheyl Hoca, belirli bir seviyeden aşağıda olmasını da bu ihtimâle bağlamaktadır.

Süheyl Hoca, namazgâhın etrâfının kesme taş olduğunu söyledikten sonra ve döneminin zengin, fakat biraz yapmacık bir yapı olarak değerlendirmektedir. Sonuç olarak alanı bir bütün olarak ele alan Süheyl Hoca, burasının İstanbul’un ünlü çayırlarından birisinin mesîre yeri olduğunu ve ağaçlarıyla berâber onbeş dönüm kadarlık bir alanı kapsadığını belirtmektedir. Bu kadar geniş bir alanı kapsayan Veliefendi Çayırı’nın deniz tarafının hipodrom hâline getirilerek ikiye bölündüğünü, böylelikle ortada kalan Veliefendi Çayırı’nın ilerisinde Çırpıcı Çayırı ile birleştiğini ifâde etmektedir. Ayrıca elli sene önceye âit bir hâtırasına atıf yaparak şöhretinden yararlanmak gâyesiyle Çırpıcı bağlarının kirazı diye vaktiyle Hasköy’de, Üsküdar’da bulunan değirmenler etrâfında yetişen kirazların satıldığını bir anektot olarak zikretmektedir. Ancak asıl önemli nokta, Çırpıcı Çayırı’nda da XVI. asırdan kalma bir çeşme olduğu, üst büyük taşının kötü insanlar eliyle yatırıldığı ve kitâbesini bulamadığı bilgisini vermektedir. Yerini tâyin etmekle birlikte, çeşmenin yanındaki ağaçların ortadan kalktığını, berbat ve pis bir durumda olduğunu da ayrıca ilâve etmektedir. Çırpıcı ile Veliefendi arasındaki yamaçta gecekondular için iki berbat kahve yapıldığını ve içi dışı süpürülmediğinden ortaya çıkan pisliğin târifi nin imkânsız olduğunu belirtir. Bundan başka, dükkânların yığıldığından şikâyet ederken, bu alanın başsız bırakılması yüzünden böyle bir sonucun ortaya çıktığını da söylemektedir. Genel olarak Osmâniye, Bakırköyü, Çoban Çeşmesi, Veliefendi Çeşmesi ve Çırpıcı Çeşmesi’ni düzgün bir hat şeklinde tâkip edip yaklaşık bir saatte tamamlandığını söyleyerek gezi hakkındaki bilgilerini sonlandırmıştır. Süheyl Hoca, Tınaz Tepe (Tepe Bağı altlarında bir yer)’ye gelip, oradan Londra Asfaltı’na çıkmış ve bir dolmuşla saat beş civârında dönmüştür. Bu arada Karaköy’den yedi buçuk vapuruna bindiğini de hatırlatalım.