Z Dergi Mobil Uygulamasını
ÜCRETSİZ HEMEN İNDİRİN!

Mobil Websitesine Devam Et >>

Merkezefendi Hamamı ve Su Kuyusu
Murat Öztabak

Yazı Boyutu: a a a
Okuma Modu

Merkezefendi Hamamı ve Su Kuyusu
Murat Öztabak

https://www.zdergisi.istanbul/makale/merkezefendi-hamami-ve-su-kuyusu-160

Asıl adı Musa Muslihuddin olan Merkez Efendi, 1463 yılında Denizli’nin Sarı Mahmudlu köyünde doğmuştur. Tahsilini büyük ölçüde Bursa’da tamamlayan Merkez Efendi, Halvetiyye şeyhlerinden Habib Karamânî’ye mürit olmak istemişse de, şeyh mânevî kemâlinin başkasının eliyle olacağını işâret ederek kendisine “Muslihuddin” lakâbını vermiş ve halka vaaz etmesini tavsiye etmiştir. İstanbul’a geldiği yıllarda da, Koca Mustafa Paşa Dergâhı şeyhi Sünbül Efendi’ye intisap etmiş ve kendisinden el almıştır. Bir müddet Manisa’da Kânûnî Sultan Süleyman’ın vâlidesi Hafsa Sultân’ın yaptırdığı külliyenin şeyhliğini yapan Merkez Efendi, Sünbül Efendi’nin vefâtı ile birlikte İstanbul’a gelmiş ve Koca Mustafa Paşa Dergâhı’nın postuna oturarak Sünbül Efendi’nin halîfesi olmuştur. Buradaki hizmeti esnâsında, bugünkü Zeytinburnu Merkezefendi Mahallesi’nde yer alan tekkeyi, Halvetî geleneğe göre tesis etmiş, burada bulunan çilehânede halvete girmiş ve bu tekkenin de şeyhliğini yürüterek vefat ettiği târih olan 1552 yılında da buraya defnedilmiştir. Tâkip eden yıllarda Kânûnî Sultan Süleyman’ın kardeşi Şah Sultân’ın Mîmar Sinan’a yaptırdığı yenilemeler ve eklemelerle bu tekke, câmi-tevhithâne, çilehâne, derviş hücreleri, selamlık, harem, mutfak, taamhâne, türbe, hazîre ve hamamdan oluşan tam teşekküllü bir tarîkat tesîsi hâlini almıştır. Fakat oluşturulan bu külliye topluluğundan, binâları çeşitli târihlerde onarım ve yenilemeler geçirmesine rağmen günümüze yalnızca câmi, türbe, çilehâne ve hamam ulaşabilmiştir.

Merkezefendi Hamamı

Merkezefendi Hamamı, az önce zikrettiğimiz gibi, İstanbul kara surlarının bugün “Mevlânâkapı”, “Mevlevîhâne Kapısı” veya eski ismiyle “Yeni Kapı” adı verilen kapısı karşısında yer alan Merkezefendi Külliyesi’nin bir parçası olarak inşâ edilmiştir. Hamam, Merkezefendi Caddesi ile Mevlevîhâne Caddesi’nin kesiştiği köşede yer almaktadır. Kaynaklarda bu yapı “Yenikapı hâricinde Merkezefendi Hamamı” olarak geçmektedir. Merkez Efendi’nin bu hamamdan çıkardığı şifâlı su ile hummalıları tedâvi ettiği rivâyet edilmektedir. İstanbul’daki Sünbülî şeyhlerinin 10 Muharrem sabahı, namazdan önce Merkezefendi Hamamı’nda toplanmaları, burada tarîkat âdâbına riâyet ederek topluca yıkandıktan sonra tören giysilerini giymiş olarak önce tekkenin câmi-tevhithânesinde sabah namâzını edâ etmeleri, daha sonra kâfile hâlinde Kerbelâ şehitlerine mersiyeler okuyarak yürümeleri ve öğle namâzına müteakip büyük bir aşure cemiyetinin tertip edildiği Sünbül Efendi Tekkesi’ne gitmeleri gelenek hâline gelmişti.

Merkezefendi Hamamı, geleneksel yapım teknikleriyle inşâ edilmiş ve değişik dönemlerdeki ilâvelerle günümüze kadar gelmiştir. Hamamların sıcaklık, ılıklık ve helâ gibi doğrudan suya mâruz bölümleri yığma moloz taş ile mekânın yapısına göre kubbe tonoz gibi örtü öğeleriyle örtülmüştür. Soyunmalık bölümleri ise mekânın büyüklüğüne, yapının yeri ve önemine bağlı olarak ahşap karkas sistemle veya yığma duvarlı kubbeli olarak yapılmıştır. Merkezefendi Hamamı ılıklık, sıcaklık, hela gibi bölümleriyle geleneksel yapıyla örtüşen bir şekilde yığma moloz taş duvarla ve kubbe – tonoz örtülerle; soyunmalık bölümü ise hem erkekler hem de kadınlar kısmında ahşap karkas sistemli içeride bağdâdî çitalı duvarı, dışarıda ahşap kaplama ile inşâ edilmiştir.

Çifte hamam olarak yaptırılmış olan Merkezefendi Hamamı’nın kadınlar kısmı özgün olarak günümüze kadar ulaşamamıştır. Kadınlar kısmının bugünkü yapısı, 1960’larda yenilenmiştir. Erkekler kısmı ise soyunmalık kısmı hâricinde geçirdiği ufak tâmirler dışında özgün durumunu korumaktadır. Soyunmalık kısmı birçok hamamda olduğu gibi ahşap karkas sistemde inşâ edilmiş olup yapının eskimesi veya diğer fizikî problemler nedeniyle XIX. yüzyılda yenilenmiştir. Erkekler kısmı sıcaklığı, Selçuklular devrinden beri uygulanan klasik eyvanlı ve köşelerde halvet hücrelerinin bulunduğu plan anlayışına göre düzenlenmiştir. Giriş kapısına göre sağ tarafta yer alan hücre, Merkez Efendi’nin yıkandığı hücre olarak bilinmektedir. Kapı üstünde bunu belirten mermerden bir kitâbe yer almaktadır. İki parçalı olan ılıklık kısmına girişte sağ tarafta tıraşlık ve onun yanında dışarı taşmış şekilde tuvalet yer alır. Ilıklık kısmının üzerini iki adet tekne tonoz, tuvalet üzerini de beşik tonoz örtmektedir. Ilıklığın sol tarafında bölme duvarı ile ayrılmış iki kurnanın yer aldığı yıkanma bölümü vardır. Yapıda farklı bir mîmârî öğe olarak dolaplı kuyu mevcuttur.

Merkezefendi Hamamı 2014 yılında, Kültür Vâdîsi Projesi kapsamında aslına uygun olarak Zeytinburnu Belediyesi tarafından restore edilmiştir. Restorasyon sürecinde öncelikle çevresel sorunların giderilmesi yönünde çalışmalar yapılmıştır. Zaman içinde etrâfı niteliksiz yapılarla kuşatılmış olan hamamın avlu duvarı yok olmuştur. Yapılan çevre düzenlemesiyle hamamın avlu duvarını yok eden bu niteliksiz yapılar kaldırılmıştır. Böylelikle hamam dışarıdan algılanabilir hâle getirilmiştir. Külhanın üzerine oturtulan betonarme yapı da kaldırılarak İstanbul’da sâdece birkaç hamamda bulunan dolaplı kuyusuyla, hamamın avlusu düzenlenmiştir.1 Merkezefendi Hamamı, geleneksel üslûp ile inşâ edilmiş, bölgenin XIX. yüzyıla âit tek târihî hamamı hüviyetindedir.

Merkezefendi Su Kuyusu

İstanbul’un en îtibarlı ziyaretgâhlarından Merkezefendi Külliyesi’nin bölümlerinden olan ve Merkez Efendi’nin bizzat kullanmış olduğu çilehânenin muhtemelen Bizans döneminden kalma bir sarnıç içerisine yerleştirildiği düşünülmektedir. Avludan yaklaşık yedi metre kadar aşağıda kalan çilehânenin içinde, ayazmada biriken fazla suyun çilâhaneyi basmaması için kuyuya aktarılmasını sağlayan bir dehliz bulunmaktadır. Bu kuyu ile alâkalı zaman içinde birçok rivâyet türetilmiş ve İstanbul’un dînî folklorunda önemli bir yer tutmuştur. Evliyâ Çelebi Seyahatnâme’sinde burada bu kuyuda mevcut bulunan su ile alâkalı şöyle bir rivâyet nakletmektedir: “Aziz Pîrî Merkez Efendi hayatta iken dervişlerine, ‘Şu yerde bir kere secde ederken, ya şeyh, ben şu yerde yedibin yıl mahpus bir kırmızı renkli lezzetli bir pınarım, senin sebebinle yeryüzüne çıkmaya memurum ve beni Tanrı humma hastalığına tutulanlara çâre olarak yaratmıştır. Elbette beni bu hapisten kurtar.’ diye yer altından bir ses geldi. ‘Gelin ey dostlar, sizinle şu seccâdemizin olduğu yerde bir kuyu kazalım!’ deyip Bismillah ile ilk olarak kendileri yere bir ayak tabanı vurdu. Daha sonra bütün dervişler üşüşüp bir su kuyusu kazdılar.” naklini yaptıktan sonra, “Hâlâ kırmızı renkli büyük bir pınardır. Bir kimse bu hoş lezzetli suyu sabahleyin üç kere kahvaltı etmeden içse Allâh’ın emriyle ateşli ve yakıcı sıtmadan kurtulur. Merkez Efendi Ayazması adıyla meşhur bir su kuyusudur.” demektedir. Bu rivâyetten de anlaşılacağı üzere bu kuyu zaman içinde İstanbul’un önemli niyet kuyularından biri olmuştur. Eski zamanlarda çocuğu olmayan kimseler bir adak adayarak kuyunun bulunduğu yerden aldıkları bir taşı evlerinde kıbleye karşı muhâfaza ederlermiş, çocukları olduğunda bu kimseler taşı kuyuya atarlar ve adaklarını yerine getirirlermiş. Editörlüğünü Burçak Evren'in yaptığı Surların Öte Yanı Zeytinburnu kitabındaki M. Baha Tanman'ın “Zeytinburnu İçindeki Tekkeler” makâlesinde, M. H. Bayrı’dan yaptığı nakle göre, “…Merdivenden indikten sonra gelen dar yolun günahlıları sıkacağı iddia edilir. Dar yoldan geçmek ve nihâyetindeki kuyuya varmak isteyenlerin önüne bir zenci kadın, elinde yanmış bir fener olduğu hâlde düşer. Yolu geçip kuyuya varanlar oradan bir taş alır ve geri dönerler. Bu taş hangi murat için alınmışsa o murat gerçekleşince tekrar kuyuya atılırdı.” Yine başka bir rivâyete göre de, muratlarının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini öğrenmek isteyenler, içeriye ışık sızmasına mâni olmak için üzerlerini örtüp kuyuya eğilir, duâlar okuyarak dakîkalarca kuyunun içine bakar ve suyun yüzeyinde murâda dâir herhangi bir ışık, şekil veya hayal belirmesini beklerlerdi. Yine avludaki çeşmenin suyu yıllar boyunca sıtma tedâvisinde kullanılmış, gün doğmadan aç karna, üç defa içenlerin sıtmadan kurtulacaklarına ve sıtma yüzü görmeyeceklerine inanılmıştır. Merkezefendi su kuyusu ve türbesi ile ilgili bu ve bunun gibi birçok inanışı sıralamak mümkündür. Bu inanışların neredeyse tamâmının “şifâ” odaklı olmasında Merkez Efendi’nin takvâ ehli bir zat olmasının yanı sıra devrin önemli tıp âlimleri içinde yer alması da kuşkusuz önemli bir etkendir. İstanbul’da önemli adak mekânlarından biri olan bu kuyunun ağzı, 1925’ten sonra bu geleneğin unutturulması amacıyla kilitli demir bir kapakla kapatılmıştır.

  1.  Merkezefendi Hamamı’nın mîmârî ve restorasyon bilgileri Zeytinburnu Şehircilik Atölyesi (ZEŞAT)’nden alınmıştır.

KAYNAKÇA

Evren, B., Surların Öte Yanı Zeytinburnu, İstanbul, 2011.
Sertoğlu, E., “Merkez Efendi” (ed. Murat D. Çekin), Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Tanman, M. B., “Merkez Efendi Külliyesi”, Diyânet İslâm Ansiklopedisi.
Merkezefendi Külliyesi restorasyon raporu, Zeytinburnu Şehircilik Atölyesi (ZEŞAT).
Öngören, R., “Merkez Efendi”, Diyânet İslâm Ansiklopedisi.
Kahraman, S. A. - Dağlı, Y., Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, c. 1, İstanbul 2012.
Göncüoğlu, S. F., Zeytinburnu - Yollar ve Kapılar, İstanbul 2013.

Saka Deryâî Baba

OsmanIı ordusunda sakabaşı olarak vazîfe yaptığı için Saka Ali Baba veya Deryâî Baba diye meşhur olmuş, İstanbul’un fethine katılan alperenlerden biridir.

Doğum yeri, doğum ve vefat târihleri bilinmemekle birlikte İstanbul’un fethi sonrası gâzi olarak İstanbul’da vefat etmiştir. Türbesi, İstanbul Kazlıçeşme’dedir.

İstanbul’un kuşatması sırasında münâfıklar, “Ordu susuz kalma tehlikesiyle karşı karşıya, kuyular boş, çeşmeler akmıyor.” şeklinde bir söylenti yaymaya başlatarak ordu içinde huzursuzluk çıkarmaya yönelirler. Ordunun sakabaşısı Ali Baba, bu söylenti üzerine Fâtih Sultan Mehmed’in huzûruna çıkartılır. 

Hafif beli bükük Sakabaşısı Ali Efendi sırtında kırbası olduğu hâlde Fâtih Sultan Mehmed’in huzûruna vardığında, genç pâdişah telâşlı ve üzüntülüydü. Saka Ali Efendi ise soğukkanlı hâlde, sâkince bekliyordu. Gözlerinde en ufak bir endîşe emâresi bulunmuyordu. Pâdişah onun böyle kritik bir anda gâyet sâkin ve aldırmaz bir tutumda olduğunu görünce iyice celallendi ve ona şöyle seslendi: “Olanlardan haberin yokmuş gibi duruyorsun Ali Efendi! Ordu susuz kalmış, asker susuzluktan kırılıyor. Neden gerekli tedbîri almazsın da bizi müşkil hâle düşürürsün? Şimdi ne olacak. Bu hâle nasıl çâre bulacağız?” Sakabaşı Ali Efendi, gâyet sâkin, tebessüm ederek, “Devletlü pâdişâhım! Merak etmeyiniz. Su çoktur.” diye cevap verdi. Onun bu hâli karşısında daha da hiddetlenen Fâtih, “Su çok mu dersin? Alay mı edersin sen askerle? Ordu susuzluktan kırılırken ne biçim laf edersin?” Sultânın iyice öfkelendiğini ve üzüldüğünü gören Sakabaşı Ali Efendi, arkasını pâdişâha dönüp sırtındaki su kırbasını pâdişahtan tarafa çevirir ve “Ben yalan söylemem sultânım. Bakın isterseniz ne kadar çok suyumuz var!” der.

Sakabaşı Ali Efendi’nin bu sözünden pek bir şey anlamayan Fâtih Sultan Mehmed, Ali Efendi’nin sırtındaki kırbanın içine baktığında bir de ne görsün? Kırbanın içinde bir deryâ, büyük bir okyanus görünmekte. Göz alabildiğine uzanan su, bir değil, binlerce orduyu doyuracak kadar çok. Gözlerine inanamayan pâdişah, yanındakilerin de bu kırbanın içine bakmalarını emreder. Sırasıyla kırbanın içine eğilip bakan devlet erkânı da büyük bir şaşkınlık ve hayret içinde aynı manzarayı görürler.

Bunun üzerine Fâtih,“Su bulunmasına rağmen nedir senin bu yaptığın?” dediğinde Sakabaşı Ali Efendi, “Ey cihan pâdişâhı! İstediğin kadar su işte burada. Fakat ben askere suyu doyumluk veremiyorum. Çünkü onlar kahramanca savaşıyor, yorulup terliyorlar. Eğer istedikleri kadar suyu versem hepsi hastalanıp yatacaklar. Sonra da zaferimiz tehlikeye düşecek düşüncesiyle böyle yapıyorum.” dedi ve sırtındaki kırbayı hızlıca yere bıraktı. Kırbanın düşüp parçalandığı yerde bir su kaynağı ortaya çıktı. Şırıl şırıl akan bu kaynağından ordunun da, fetih sonrası buradaki esnafın da su ihtiyâcı giderildi. Bu hâdise üzerine Fâtih, Sakabaşı Ali Efendi’ye Deryâî Baba ismini verdi.

İstanbul’un fethi sonrası, Kazlıçeşme’nin kurulu bulunduğu bu geniş arâzi, Deryâî Baba’ya tahsis edildi. Üzerinde Erikli Baba Tekkesi’nin de bulunduğu bu arâziyi daha sonra Sakabaşı Ali Baba,“Bunlardan fakir fukarâ sebeplensin.” diyerek vakfetmiştir. Kabri bugün Kazlıçeşme Demirhâne caddesi üzerindeki türbededir.

SÜLEYMAN FARUK GÖNCÜOĞLU